panorama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
panorama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Haziran 2009 Çarşamba

Çeşme Kaçamağı

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Bu haftasonu çok güzel bir şey yaptık. Bir anda aldığımız kararla hafta sonu için Selin'in anne ve babasıyla birlikte Çeşme'ye gittik. Aynı zamanda Çeşme'de tatil yapmakta olan benim anne ve babama da sürpriz yapmış olduk. Tam babalar gününe denk gelmiş olması da ayrı bir güzellik oldu. Babama hediye olarak kendimizi götürmüş olduk :)


(110mm, f/8, 1/125s, ISO 100)

Daha yoldayken Çeşme'de ne fotoğrafı çekeceğime karar vermiştim. Topçularda arabalı vapurdan indiğimizde çok güzel bir gün batımı vardı. Benzeri bir manzaraya Çeşme'de kesinlikle rastlayacağıma emindim.


(250mm, f/8, 1/250s, ISO 100)

Çeşmeye vardığımızda günbatımından daha ilgi çekici iki model buldum! Birinci modelimin adı Süleyman'dı. Süleyman annemlerin bahçesinin mülayim sakinlerinden biri. Fazla hızlı olmaması ve güneşin de iyi ışık sağlaması sayesinde Süleyman'ın çok güzel fotoğraflarını çektim.

Süleymanın fotoğrafını ilk çektiğimde kabuğu inanılmaz parlıyordu. Hemen polarize filtremi taktım. Polarize filtreyi parmağımla çevirdikçe parlamaların ne kadar değiştiğini görebiliyordum. Parlamaların en az olduğu noktaya göre ayarlayıp deklanşöre bastım....ve Süleyman kadrajıma bu şekilde yansıdı.

Öbür modelim biraz daha değişikti.


(250mm, f/11, 1/200s, ISO 200)

Bu gördüğünüz son derece renkli şey bir japon gülünün dişi organı. Makro çekimlerde alan derinliğini tam tutturmak zor oluyor. Bu yüzden diyaframı biraz daha kısmak zorunda kaldım. Bu sayede alan derinliğim birazcık da olsa daha fazla genişleyebilecekti.

Odaklamayı tam doğru yapabilmek için liveview'i açtım ve makineyi manual odaklamaya aldım. Odak uzunluğunu lensimin en büyük değeri olan 250mm'ye getirdim. Odaklama halkasını da en yakın odak noktasına(45cm) çevrdim.

Odaklama halkasının üzerindeki rakam bize sensörden çektiğimiz objeye kadar olan uzaklığı veriyor. Makro çekimlerde bu uzaklığın referans noktasının merceğin ucu değil, makinemizin içindeki sensör olduğunu bilmek lazım. Bir çok makinede sensörün hangi noktada olduğunu dışarıdan bakınca anlayabilmeniz için bir işaret mevcut. Odaklamış olduğunuz cisim, ortası çizik daire şeklindeki bu işaretten, odak halkasında ayarladığınız değer kadar uzakta oluyor.

Japon gülüne yavaşça yaklaşmaya başladım. Odaklama işini halkayı çevirerek değil, makinemi ileri geri hareket ettirerek yapmaya karar vermiştim. Bu sayede lensim ile elde edebileceğim maksimum büyütme oranına erişebilecektim.

Makro çekimler için özel olarak yapılmış lenslerde maksimum büyütme oranı 1:1'dir. Yani objenin görüntüsü, sensörün üzerine gerçek boyutunda yansır. Kullandığımız standart zoom lenslerde bu oran 1:3 civarında. Benim lensim için bu değer 1:3.6. Yani standard kit lens ile, bu görüntüyü daha da büyük bir şekilde sensöre yansıtabilirdim.

Tabii o gün bir çok gün batımı fotoğrafı da çektim. Fakat bir tanesi ayrı bir güzeldi.


(38.8mm, f/10, 1/180s, ISO 100)

Bu fotoğrafı ben çekmedim. Fakat ayarları ben yaptım. Fotoğrafta ben ve Selin ön planda olacaktık ve arka plandaki batmakta olan güneş hemen yanımızda olacaktı. Güneşin parlamaması, bizim de karanlık çıkmamamız lazımdı. Bu durumda dolgu flaş kullanmam gerekiyordu. Ben de ayarlarımı yapmaya bu noktadan başladım.

Standard flaşımın senkron hızı 1/180s idi. Manual pozlamada makinenin enstantane değerini 1/180'e aldım. ISO'yu 100'e ayarlayıp sadece gün batımına kadrajı doğrultarak uygun bir pozlama için gerekli aperatür değerini ayarladım. Bu şekilde hem flaşın ışığını, hem de güneşin ışığını bir parça dengelemiş oldum.

Bunun ardından makineyi babama verdim, o da bizi güzelce çekti :)

RAW olarak çekilmiş bu fotoğrafı sonradan export ederken gölge seviyelerini yükseltip, siyah noktasını biraz yukarı çektim. Bu sayede ben ve Selin'i gün batımına yakın aydınlığa getirebildim :)

Ertesi gün bir gün batımı fotoğrafı daha çektim.



Günbatımında Çeşme'nin Çiftlikköy beldesinin panoramik fotoğrafının sıkıştırılmış hali olan bu çalışma aslında 6 fotoğraftan oluşuyor. Hugin kullanarak oluşturduğum panoramik fotoğrafı, PS'de sıkıştırınca ortaya böyle bir çalışma çıktı. Daha önce Izmoria yazımda kullandığım tekniğin aynısını kullandım.

Açıkçası bu panorama sıkıştırma işini yaptığım diğer çalışmalar ile de denedim. Fakar sonuç pek parlak olmadı. Bu işin etkili olabilmesi için yüksek bir yerden yapıması gerekiyor sanırım.

Bu ufak Çeşme kaçamağında daha bir sürü fotoğraf çektim. Bu fotoğraflara Buraya tıklayarak erişebilirsiniz.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

18 Haziran 2009 Perşembe

Boğaziçi

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Kaldığımız yerden devam :)

Kahvaltımız edip, kedi fotoğraflarımızı çektikten sonra kendimizi evden dışarı attık. Çok güzel bir hava vardı ve bunu değerlendirmeliydik! Önce Arnavutköy'e indik. Buradan Bebek'e kadar yürüyüp, Beşiktaş Belediyesinin düzenlediği Bebek şenliklerini gezdik. Mini Dondurma'dan dondurmalarımızı da aldıktan sonra Arnavutköye doğru yürümeye başladık.


(18mm, f/4, 1/400s, ISO 100)

Bu fotoğrafı çektiğim yer Bebek iskelesi. Sahildeki ufak iskeleler çok fotojenik yapıdalar. Nöstalik bir yapıları var ve temiz duruyorlar. Bu sayede hem gece, hem de gündüz saatlerinde güzel fotoğraflarını çekebiliyorsunuz.

Bu fotoğrafta dikkat çekmek istediğim nokta gökyüzü. Gördüğünüz gibi derin bir mavi renge sahip. Ayrıca iskelenin camlarında da herhangi bir yansıma gözükmüyor. Bu derinliğin ve yansıma eksikliğinin sebebi bu fotoğrafı polarize filtre ile çekmiş olmam.

Polarize filtreler, daha doğrusu dairesel polarize filtreler (Circular Polarizing Filter) sadece belirli yöndeki ışığın geçmesine izin veren tip filtreler. Bu tip bir filtreyi objektifinize taktığınızda ilk farkedeceğiniz şey filtrenin sabit olmadığıdır. Filtrenin ön kısmını döndürebilirsiniz. Polarize filtreler 'yönlendirilmiş' filtreler olduğundan dolayı, vizörden bakarken istediğiniz etkiyi elde edene kadar filtreyi çevirmeniz gerekir.

Bazı lensler, odaklamayı gerçekleştirirken, objektifin ucu döner. Bu durum polarize filtre kullancaksanız sorun çıkartabilir. Bu tip bir lensiniz varsa önce odaklamayı gerçekleştirip, sonra polarize filtrenin ayarını yapmanız gerekir.

Sonuçta, özellikle manzara fotoğraflarında, polarize filtre kullanarak çok daha derin renkler elde edebilirsiniz. Fakat bu filtreyi sadece yeterli ışık olan yerlerde kullanmanızı tavsiye ederim. Koyu renkli bir filtre olduğundan dolayı ışık miktarında düşüşe, dolayısı ile enstantane değerinin artmasına yol açıyor. Yeterli ışık olan ortamlarda sorun yok, fakat ışığın azaldığı durumlarda polarize filtre yüzünden pozlama sorunları yaşayabilirsiniz.

Bir diğer dikkat etmeniz gereken nokta ise panoramik çekimler. Panoramik çekimler yaparken polarize filtreyi çıkarmamız gerekiyor. Aksi takdirde her karenin polarizasyonu farklı olacağından, birleştirme hatalı gerçekleşecek ve iyi görünmeyecektir.





Mesela Arnavutköy'den bu panorama'yı çekmek için, polarize filtremi çıkarttım. Bu fotoğrafı 13 yatay kareden oluşturdum. Orjinal çözünürlük 22745x2042. Birleştirme işini Hugin programı ile yaptım.

Hem yakın hem de uzak öğeler içeren bu tip panoramik fotoğrafları çekerken hareketlere dikkat etmelisiniz. Tam fotoğraf geçiş noktasına denk gelecek hareketli bir araç, panorama çalışmanızın sonunda yarım bir araç olarak kalabilir. Bu yüzden biraz sabırlı davranarak, hareketli objeleri kadrajların ortalarına denk getirmeye çalışmak gerekiyor.

Yakın objeler sabit olduğunda buna dikkat etmenize gerek kalmıyor. Biraz uzaklaşıp yükseğe çıkma şansınız varsa bu tip fotoğrafları daha rahat çekebilirsiniz.





Burası Ulus Park. Arnavutköy'den uzaklaşıp yükseğe çıkınca bu noktaya geliyorsunuz. Bu noktadan görüş açısı daha hoş. 16 adet yatay kare ile yaptığım bu panoramik çekim, Arnavutköy çekiminden daha kısa sürdü. Hareketli cisimlere fazla dikkat etmeme gerek kalmamıştı. Yine de dikkatli bakarsanız, Kuleli Askeri Lisesi'nin önünde aynı gezi botunu iki defa görebilirsiniz :)

Ulus Parkı'ndan yapmış olduğum bu çekim içimde birşeyleri harekete geçirdi. İki köprüyü birden içeren bir gece panorama'sı öekmek hep kafamda vardı. Bunu gerçekleştirebileceğim tek yerin Otağtepe olduğunu düşünüyordum. Fakat orası da tripodlu çekim için 200YTL istiyordu. Ulus Parkı'ndan her iki köprüyü de tam olmasa da görebiliyordum. Boğazın kalanının manzarası da güzel gözüküyordu.

Bu noktaya gece gelmeliydim!!!

İki gün önce Selin'in iş gezisi için Ankara'ya gitmesini fırsat bilerek (hehehe) Seyhan ile gecelere aktık! Ulus Parkı'ndan aynı fotoğrafın gece çekimini gerçekleştirdim. Hem de k20d'min yeni tripodum ile ilk ciddi testi olacaktı!

Ulus parkına vardık ve tripodları kurduk. Gece fotoğrafı çekerken tam güneş battıktan hemen sonraki saatlerde çekim gerçekleştrilirse, gökyüzü lacivert bir renkte çıkıyor. Ben ilk başta odaklamada sorun yaşadığım için tam o koyu ışık anını kaçırdım. Ama yine de çok güzel bir çalışma ortaya çıkıtı.





6 adet yatay kare ile yaptığım bu çekimi hugin ile birleştirdim. Sonunda her iki köprüyü de içeren panoramik bir gece fotoğrafı çekmeyi başarmıştım. Yardımından ve desteğinden dolayı Seyhan kardeşime teşekkür ediyorum :)

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Pentax'la canım Pentax'la

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Hafta başında yeni makinemi aldıktan sonra haftasonu'nu iple çektim! Arada bir sürü deneme çekimi de yaptım, fakat evde kapalı ortamda çektiğim resimler son derece sıkıcı oluyordu. Bir gece Otağtepe'ye fotoğraf çekmek için gittim fakat tripod ile içeri girmeye kalktığımda benden giriş ücreti olarak 200YTL istediler.

Belki başka bir gün bu ücreti ödeyebilirim. Çünkü verilen para Tema vakfına bağış olarak gidiyor. Ülkemizde yeşil korumak ve arttırmak adına çalışan bu vakıfa aslında daha çok ilgi gösterip bağış yapmamız lazım.

Haftasonu geldiğinde ise yeşilin bol olduğu başka bir yeredeydik. Sarıyer'in kuzeyinde, Koç Üniversitesinin ilerisinde ufak bir balıkçı köyü olan Garipçe'ye kahvaltı etmeye gittik.



Garipçe eskiden çok daha sessiz ve sakin bir yermiş. Biz gittiğimizde sahil kenarındaki restoranlar doluydu. Yine de deniz kenarında bir masa bulup kahvaltı edebildik.

Kahvaltı biter bitmez ise hemen Seyhan ile birlikte çekimlere başladık. Yeni makinemin neler yapabileceğini merak ediyordum. İlk adım renkleri kontrol etmekti:



Görüldüğü gibi teknenin, bayrağın ve çevrenin renkleri son derece canlı ve net çıkmış durumda. Ayrıca yüzde yüz yaklaşıldığında bile netlik ve renklerde kayıp yok denecek kadar az.



Benim bu fotoğrafa etkim aslında hiç olmadı. Sadece makineyi P moduna ayarladım, kadrajı ayarladım ve düğmeye bastım. Her ne kadar makinenin herşeyi kendi ayarlaması bir çok fotoğrafçı için mantıksız gözükse de, bu makinede durum biraz değişik. Pentax k20d'nin P modunda hangi kriterlere göre karar vermesini istediğinizi belirtebiliyorsunuz.

Kullandığım lens Pentax SMC DA 18-250mm f/3.5-6.3. Bu lensin içinde kendi MTF veri tablosu mevcut (MTF'nin ne manaya geldiğini hatırlamak için iki önceki yazıma bakabilirsiniz). MTF tablosu ile birlikte, herhangi bir andaki odak uzunluğu bilgisi de lens üzerinden gövdeye aktarılıyor. Eğer makineninizin P modu ayarını MTF öncelikli ayara alırsanız, her odak uzunluğu için en net aperatür değerini makineniz otomatikman seçiyor.

Daha basit anlatmam gerekirse: P modunda lens mümkün olan en net aperatür değerinde çalışıyor. Tabii ki bu değere müdahele etmek de elinizde arka tekerlek ile aperatürü, ön tekerlek ile de enstantane hızını değiştirebiliyorsunuz.

İsterseniz ISO değerini de otomatiğe bağlayabiliyorsunuz. Auto ISO konumunda hangi değerler arasında ISO değerini seçmek istediğinizi belirtebiliyorsunuz. Bu sayede aşırı karlanma durumundan kurtulmuş oluyorsunuz. Ben makinemi ISO 100-800 aralığında oto'ya ayarladım. Bu sayede ışık olduğu sürece ISO 100'de kalan makinem, ışık azaldığında önce ISO yu kısıyor, eğer o da yetmezse anca o zaman enstantane değerini düşürmeye başlıyor.

Kısacası, makine sizin belirttiğiniz kriterleri kullanarak sizin alacağınız kararları otomatikman alabiliyor. Bunun neresi fotoğrafçılık demeyin. Kriterlerin kontrolü sizin elinizde. Biraz kullandıktan sonra farkedeceksiniz ki sizde olsanız aynı değerler ile fotoğraf çekerdiniz. Örneğin yukarıdaki fotoğraf 23mm odak için f/5 aperatür ile ISO 100'de 1/500s enstantane ile çekilmiş. Ben de seçsem zaten bu değerleri seçerdim.

Bu fotoğrafı çektikten hemen sonra, 18-250 lensin uzak ucunu denemeye karar verdim. Balıkçı köylerinin daimi sakinleri Garipçe'de de oldukça fazlaydı. Martılardan bahsediyorum. Garipçe martıları bana, yeni lensimin telefoto ucunu kullanabileceğim güzel pozlar veriyorlardı.



Önce bu fotoğrafın çekim değerlerini belirtmek istiyorum. 220mm odak uzunluğunda, f/8 aperatür değeriyle, 1/1000s enstantane ile çekilmiş bu fotoğrafın ISO değeri 200. ISO değerinin 200 olmasının sebebi, makinenin d-range seçeneğinin aktive edilmesinden dolayı kaynaklanıyor. Makinenin ISO menüsünden aktif hale getirebileceğimiz bu değer sayesinde, sert ışıkta bile aydınlıkta kalan noktaların detaylarını kolay kolay kaybetmiyoruz. Fakat bunun için ISO 100 değerinden feragat etmemiz gerekiyor.

Ben fotoğrafı çekerken güneş acımasızca parlıyordu. Pozlama telafisi kullanıp daha düşük pozlama değeri ile çekseydim, martı karanlık kalacaktı. D-Range sayesinde güneşin parlayıp beyaz yansıma oluşturduğu çoğu noktanın detaylarını korurken, gölgelerden de feragat etmemiş oldum.

Sahil kenarında çektiğimiz fotoğraflardan sonra, Garipçe'nin yukarısında kalan surlara doğru bir yürüyüş gerçekleştirdik. Yukarı çıktığımızda şahane bir manzara ile karşılaştık.





Bu panoramik görüntü düşük çözünürlükte bir kopya. Asıl dosya çok daha büyük ve 10 adet dik fotoğrafın birleşiminden elde edildi. Yaklaşık 270 derecelik bir görüş alanında hem Boğaz'ın Karadeniz girişini, hem de Garipçe'yi aynı anda görebiliyorsunuz. Bu çekimde eskiden çektiğim panoramaların aksine M modu yerine P modunu kullandım. Amacım RAW karelerin ışığıyla ne miktarda oynayabileceğimi, ışıkları eşitlemek için ne kadar uğraşmam gerektiğini görebilmekti.

Pentax kameraların iki adet RAW seçeneği var. Biri Pentax'a ait olan PEF uzantıl dosyalar. Öbürü ise Adobe'nin piyasa standardı DNG (Digital Negative) dosyası. DNG seçeneğinin olması çok hoşuma gitti. Diğer kameraların dosya formatları karışık olabiliyor. Örneğin Canon makineler .CR2 uzantılı dosyalar kaydetse de her CR2 uzantılı dosyanın yapısı aynı olmuyor. Örneğin 400d ile birlikte gelen Digital Photo Professional yazılımı, 50d ile kaydedilmiş CR2 dosyalarını açmıyor. DNG de versiyon uyumu sorununuz yok. Şimdi de gelecekte de DNG dosyalarını her zaman okuyabileceğiniz Adobe programları olacak. Fakat bundan 10 sene sonra Canon Eos 350D ile çekilmiş RAW fotoğraflarınıa bakmak istediğinizde belki de yazılımınızın bu eski formatı desteklemediğini göreceksiniz.

Pentax makinesinin RAW seçeneklerinin arasında DNG'yi eklemekle çok güzel bir iş yapmış olsa da, makine ile birlikte gelen yazılım malesef çok kullanışsız. DPP'ye alıştıktan sonra resmen kullanamadım Pentax Photo Laboratory'yi. O yüzden Adobe Bridge kullanmaya başladım. Tüm Pentax kullanıcılarına tavsiye ederim. Bir yerden bir şekilde Adobe Photoshop CS4 edinme şansınız varsa edinin. Gördüğüm en başarılı RAW işleme programı diyebilirim.

Garipçeden sonra Dalya sahiline gittik. Sahilde pek işimiz olmadı, direkt dağa taşa çıktık. Oradan da bir panoramik çekim yaptım.





Bu seferki 360 derece. İki panoramik görünüden de görebileceğiniz gibi ışık konusunda pek zorlanmadım. Fakat bunun sebebi Hugin yazılımının ışık geçişlerini çok iyi ayarlayabilmesi. Pentax makinede ışk ölçümü konusunda dikkatli davranmak gerekiyor.Açıkçası ben makinenin ölçtüğü ışık değerlerini genel olarar 1 tam durağa yakın düşük buldum. Pozlama telafisi +1'de çektiğim fotoğraflar genel olarak daha canlı ve parlak çıkıyorlardı.

Bir başka dikkat edilmesi gereken husus ise nereyi pozladığını bilmekti. Bir çok durumda ortalama ışık değeri ölçümü yerine nokta(spot) ölçüm yaparak daha başarılı sonuçlar elde ettim.

Fotoğraf çekerken ışık ile oynamak çok zevkli. Özellikle güzel bir modeliniz ve uygun coğrafyanız da olunca çok güzel çalışmalar çıkartabiliyorsunuz.



Bu fotoğrafta pozlamayı nokta ölçüme ayarlayıp güneşi pozladım. sonra AE-L tuşuna basarak pozlama değerini kitleyip, Selin'i güneşin önüne alıp bu şekilde fotoğrafı çektim. 22mm odak uzunluğu, f/7.1 aperatür değeri, 1/3200s enstantane değeri ve ISO 100'ile çekilen bu fotoğrafta, Selin nerdeyse tamamen karanlık çıktı. Sonradan RAW'dan çevirirken gölgeleri biraz daha karartarak tam silüet elde ettim. Son derece hoş bir fotoğraf oldu ve şu anda masaüstü arkaplanımı süslemekte.

Tepelerden sahile geri dönerken, bulunduğumuz bölgede bir çok kelebek olduğunu gördük. Lensimin az da olsa makro olanağının olduğunu bildiğimden hemen bu kelebeklerin fotoğraflarını çekmeye başladım.



Makro çekim, ufak objelere olabildiği kadar çok yaklaşıp, btün detayları ile çekme sanatına deniyor. Makro etiketli lensleri gerçekten objelere çok yaklaştırıp kullanabiliyorsunuz. Normal günlük kullanım lenslerinin minimum odak uzaklığı 30-40 cm iken, makro lenslerde objenizin dibine kadar girebiliyorsunuz.

Daha makro konusunda çoook acemi olmama rağmen bazı şeyleri öğrenme fırsatı buldum. Öncelikle makinemin herhalde kullanmam dediğim Live-view modunu kullanmanın neden gerektiğini anladım. Benim lensimin minimum odak uzunluğu 42cm. 250mm odak uzunluğuna getirdiğimde f/8 aperatür için alan derinliğim 0.4mm!! Bu dar alan derinliğini autofocus ile yakalamak gerçekten çok zor. Vizörden baktığınızda gördüğünüz görüntü ise netlik konusunda çok yardımcı olmuyor.

Yani kısacası manual odaklama yapmak gerekiyor ve bu odaklamayı da vizörden değil, Liveview ekranından yapmanız gerekiyor. Liveview ekranı, seçtiğiniz ayarlara göre diyaframı kısar ve alan derinliğini tam olarak görmenizi sağlar. Ayrıca Liveview açık iken dijital olarak fotoğrafa yakınlaşabilirsiniz. Her ne kadar bu yakınlaşma çok net olmasa da, odaklamanın olup olmadığı konusunda size genel bir fikir verecek kadar detaylıdır.

Bu noktadan odaklamayı hallettiğinizde geriye bir tek deklanşöre basmak kalıyor. Otofokus'da iyi sonuçlar veriyor. Fakat gördüğüm kadarıyla manual kadar net olmuyor.

Dalya gezimizi bitirdikten ve bir çok fotoğraf çektikten sonra, Uzunya'ya geçtik.





Bu manzara eşliğinde balığımızı yedik, rakımız içtik ve evimize döndük. Gezinin diğer fotoğrafları için bu bağlantıdan faydalanabilirsiniz.

Sonuç olarak yeni makineme alışmaya başladım. Bu haftasonu çektiğim fotoğraflar gelecekte çekeceğim güzel fotoğrafların da habercisi. Bu hafta Suriye'de olacağım. Haftaya görüşmek üzere.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Pazar Kapısı

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Geçtiğimiz hafta, bir fuar ziyareti sebebiyle üç günlüğüne Berlin'deydim. İlk iki gün babam ile fuarı gezdikten sonra üçüncü gün Berlin'i gezme şansımız oldu. Hep merak ettiğim bir müzeye; Bergama müzesine gittik. Sonuçta ülkemizdeki yerinden sökülüp taaa Almanya'ya taşınan Bergama sunağını merak ediyordum.

Öncelikle müze ile ilgili şunu belirtmek istiyorum: Organizasyon süperdi. Girişte size ücretsiz olarak bir cihaz ve bir kulaklık veriliyor. Bu cihaz ve kulaklık sayesinde hemen yanınızda size müzeyi anlatan bir tur rehberiniz oluyor. Bu sayede müzeye büyük bir grup gelse bile, bağırarak konu anlatan kimse olmuyor. Gayet sessiz ve sakin bir şekilde bütün müzeyi gezebiliyorsunuz. Bence bu uygulama ülkemizdeki müzelerde de başlamalı.



Müzeye girer girmez karşımıza ünlü Bergama sunağı çıkıyor. Açıkçası abartıldığı kadar büyük bir yapı değil, fakat yine de bu yapının ülkemizin kalbinden sökülüp buralara getirilmiş olması insanın içini acıtıyor. En azından orada iyi bakılıyor diye kendimizi avutabiliriz, fakat bu malesef kendi acizliğimizi kabullenmek olur.

Girişin hemen sağında ise Milet'e ait bir oda var. Bu odada Milet pazar kapısını görebiliyoruz. Milet ile ilgili olarak Wikipedia şöyle diyor:

'Milet Anadolu'nun batısında, Ege bölgesinde (klasik adı Meander olan) 'Büyük Menderes Nehrinin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir antik liman şehridir. Şimdi Aydın'in Söke kazasında Akkoy'un 5km. kuzeyinde ve Balat köyü yakınında bir harebe halinde olup limanı Büyük Menderes tarafından doldurulduğu için yaklaşık 10km denizden içeride bir mevkidedir.

Milet pazar kapısı ise gerçekten büyük bir yapı. Oda fazla büyük olmadığı için objektifimin en geniş halinde bile kadraja sığdıramadım. Bu yüzden yeni öğrenmiş olduğum panorama tekniğini bu kapı üzerinde uygulamaya karar verdim.




Sonra bu çektiğim 6 fotoğrafı Hugin'e aktarıp panoramik fotoğrafı oluşturmaya başladım. Hugin gerçekten son derece başarılı bir program. İlk ekranda üç adet düğme var. Sırasıyla bu üç düğmeye basarak panoramik fotoğrafınızı elde edbilyorsunuz. İlk düğme (Load images) dosya seçimi. Panoramik fotoğrafı oluşturan fotoğraflarınızı seçip yükledikten sonra sıra ikinci adıma geliyor.

İkinci adımda "Align" tuşuna bastığımızda program çalışmaya başlıyor. Eğer çekim esnasında pozlama seviyelerini dengeli tutmayı başardıysanız ve fotoğraflar fazla karışık değilse, şu tip bir görüntü ile karşılaşıyorsunuz.



Bu görüntü "Equirectangular" bir görüntü. Sanki balık gözü ile bakıyormuşsunuz gibi gözükür. Panoramik manzara çekimlerinde çok güzel sonuç veren bu görüntü çeşidi, bu tip düz ve büyük nesneler için bence uygun değil. Aşağı köşedeki menüden "Rectilinear" seçeneğini seçtiğimzde bu balık gözü etkisinden kurtulabiliyoruz.



Görüldüğü gibi fotoğrafın kenarındaki sütunlar aşırı derecede çarpılmış durumda. Fakat Milet pazar kapısı düzgün bir şekilde duruyor. Fotoğrafın altındaki ve sağındaki skalalar ile oynayıp, biraz da fotoğrafın üzerine tıklamak suretiyle fotoğrafı döndürüp uygun görüntüyü elde edebiliriz.



İstediğimiz görüntüyü elde ettiğimizde bu pencereyi kapıyoruz ve ana ekrandaki üçüncü tuşa(Create Panorama) basıyoruz. Uygun bir dosya ismi seçiyoruz ve görüntüyü kaydediyoruz. En son olarak da fotoğrafı başka bir fotoğraf işleme programında (Photoshop, DPP, Picasa, Irfanview...herhangi biri olur) açıp, fotoğrafın tutmak istediğimiz kısmını kesip çıkartıyoruz (cropluyoruz).



Sonuçta ortaya çıkan görüntü de bu şekilde oluyor. Berlin'de bir sürü fotoğraf çektim. Bu fotoğraflara buradan erişebilirsiniz.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

8 Mayıs 2009 Cuma

İzmoria

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

J.R.R. Tolkien'in şaheseri "Yüzüklerin Efendisi" hikayesi, Orta Dünya adı verilen hayali bir dünyada geçer. İsmiyle uyumlu olarak, Orta Dünya'daki hikayeler ortaçağ olarak tasvir edebileceğimiz bir zaman diliminde geçer. Barut, elektrik, içten yanmalı motorlar, plastik gibi kavramların keşfedilmediği, bunun yerine büyü, güç, kara rüzgar, ateş ve çelik gibi kavramların bulunduğu bir dünya düşünün.

Bu dünyada tasvir edilen şehirler, yüksek dağ yamaçlarına kurulmuş, ince, uzun kulelere sahip ihtişamlı şehirlerdir. Orta Dünya'daki zaman ilerlese ve günümüze gelse herhalde liman şehirlerinden birinin görüntüsü bunun gibi bir şey olur:



Değişik gözüküyor değil mi? Bu fotoğrafta gördüğünüz şehire ben "İzmoria" adını koydum. Fakat bu şehir aslında bildiğimiz ve sevdiğimiz İzmir!

Geceleyin Bornova Atatürk Mahallesi'nden İzmir'e baktığınızda gördüğünüz manzarayı bir önceki yazımda sizlerle paylaşmıştım. Bu manzara da aynı noktadan İzmir'in gündüz görünüşü. Tabii ki asıl görünüş bu şekilde değil. Asıl görünüş oldukça daha geniş





Scrollbar'ı tutup sağa doğru çekebilirsiniz. Bu tip fotoğraflara panoramik fotoğraf deniyor. (Hemen ufak bir not: Doğru kelime Pano-rama. Pana-roma değil.) Özünde birden çok fotoğrafın uygun şekilde birleştirilmesi ile oluşuyorlar. Bu fotoğrafları birleştirmek için özel bir program kullanılıyor. Fakat panoramik fotoğraf için dikkat edilmesi gereken noktalar daha çekim esnasında başlıyor.

Panoramik fotoğrafı tek ve büyük bir fotoğraf olarak düşünmemiz gerekiyor. Bu sebeple ışığın da bütün fotoğrafta aynı özelliğe sahip olması lazım. Yani ilk fotoğrafı çektiğimiz pozlama seviyesi ne ise, diğer bütün fotoğrafları da aynı değerde çekmemiz lazım.

Yani kısacası makinemizii manual moda getirmemiz lazım. Uygun ISO, enstantane ve aperatür değerlerini bulduktan sonra bütün fotoğrafların aynı bu değerler ile çekilmesi gerekiyor. Eğer bu şekilde yapmazsanız sonradan parlaklık ayarı ile uğraşıp bütün fotoğrafları aynı seviyeye getirmeniz gerekir ki gerçekten uğraştırıyor. Nereden mi biliyorum? Bu hatayı yaptım da ondan. İlk denememde Av modunda bütün manzarayı fotoğrafladım. Sonra panorama yapmaya kalktığımda yamalı bir fotoğraf görüntüsü oluştu.

Bir diğer dikkat etmeniz gereken nokta ise fotoğraf makinenizi koyduğunuz yer. Aslında tripod en ideali. Makinenin yatay seviyesini ve bakış açısını koruyup, sadece dikey bakış noktasını değiştirmek için tripoddan güzeli yok. Eğer tripodunuz yoksa bir sütun, bir duvar gibi yatay seviyeyi sabit tutacak herhangi bir dayanak da işinizi görebilir.

Fotoğraf makinemizi yerleştirdikten sonra çekimlere başlıyoruz. Unutmamak gereken bir nokta, fotoğrafların birbirine yapıştırılamsı için bir parça pay bırakılması gerektiğidir. Bu sayede bu pozları yapıştırmak için kullanacağınız program uygun "dikiş" (stitching) noktalarını seçebilir. İlk fotoğrafın en sağındaki evin tamamı ikinci fotoğrafın en solunda da muhafaza edilirse, program bu evin aynı ev olduğuna karar verip ona göre pozları birbirlerine dikecektir.

Selin'lerin terasından çektiğim fotoğraflar şunlardı:









Bu fotoğrafları oldukları gibi jpg olarak export ettikten sonra Hugin adlı programa aktardım. Hugin bedava olmasına rağmen inanılmaz başarılı bir panorama dikiş programı. Kullanımı da çok basit. 3 adımda panoramik fotoğrafınızı elde edebiliyorsunuz. Önce Load tuşuna basıp fotoğrafları seçiyorsunuz. Sonra Align tuşuna basıyorsunuz ve sonucu kontrol ediyorsunuz. Bu noktada bir kaç müdahelede bulunabilirsiniz fakat genellikle programın kendi kararları yeterli oluyor. Aşağıdaki ve yandaki seviye düğmelerini kullanarak fotoğrafın sınırlarını belirleyebilirsiniz. Üçüncü adımda da fotoğrafı kaydediyorsunuz. Panoramik fotoğrafınız hazır!!

Aslında tam olarak bu noktada bitmiyor. Fotoğraf sınırlarını belirlemek açısından Hugin biraz yetersiz kalabiliyor. Picasa da veya photoshop'da açıp uygun crop ve ufuk çizgisi düzeltmesi yapmak gerekebiliyor. Fakat işin büyük kısmını Hugin ile hallediyoruz.

İzmoria fotoğrafı ise elde ettiğim panoramik fotoğrafı photoshopda image->resize ile yeniden boyutlandırmam sonucunda oluştu. Yeniden boyutlandırırken "Constrain Proportions" seçeneğini kapalı tuttum. bu sayede sadece fotoğrafın genişliği ile oynayabildim. Sonuçta elde ettiğim fotoğraf ise benim çok hoşuma gitti ve şu anda masaüstü arkaplanım olarak duruyor :)

Hugin ile ilgili ufak bir not daha. Panoramik fotoğraf denince aklınıza sadece ince geniş manzara fotoğrafları gelmesin. Aşağıdaki fotoğrafı daha 2 gün önce Berlinde çektim:



Bu fotoğraf her ne kadar sıradan bir fotoğraf gibi gözükse de aslında ben bu fotoğrafı bu binaya çok yakından çektim. Kadraja kesinlikle sığmıyordu. Ben de 4 ayrı fotoğraf çektim:







Bu fotoğrafları Hugin ile birleştirince de son derece temiz bir sonuç aldım. Wide-Angle lensim olmasa da bazı pozları yakalayabileceğimi bilmek içimi rahatlatıyor.

Bu yazı ile birlikte fotoğrafçılıkta benim bugünüme gelmiş bulunuyoruz. Bundan sonra geçmişte öğrendiğim şeyleri değil de, gelecekte öğreneceğim şeyleri sizlerle paylaşacağım. Ben sürekli yeni bir şeyler deniyorum ve öğrenmeye devam ediyorum. Bu öğrendiklerimi sizler ile bu sayfadan paylaşacağım. Arada çektiğim ve hoşuma giden fotoğraflarım olduğunda da, bu fotoğrafları sizlerle paylaşıp, nasıl çektiğimi ve ne gibi işlemlerden geçirdiğimi anlatacağım.

Ayrıca yeni fotoğraf makinem de yaklaşık bir hafta içerisinde elimde olacak!! Güle güle Canon Eos 400d. Hoşgeldin Pentax k20d :) Eğer uygun fiyata ikinci el Canon Eos 400d + 18-55 kit lens + 50mm f/1.8 II almayı düşünüyorsanız benimle bağlantı kurun.

Işığınız bol olsun :)

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->