HDR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HDR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Işığın bittiği yerde

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Eski yeni bayramımız kutlu olsun! 1 Mayıs, yıllar sonra yeniden resmi tatil ilan edildi. Tam da cumaya denk geldi. Biz de bundan yararlanarak soluğu İzmir'de aldık. Sakin bir gece yolculuğunun ardından, 30 Nisan'ı 1 Mayıs'a bağlayan saniyelerde Selin'lerin Bornova Atatürk Mahallesi'ndeki evlerine vardık.

Bornova Atatürk Mahallesi neredeyse bütün İzmir'i görebileceğiniz bir noktada. Selinlerin evinin önü de bayağı açık olduğundan son derece geniş ve güzel bir İzmir manzaramız oluyor. Hava karardığında ise şehrin ışıkları, körfez ile birleşerek bize son derece ahenkli bir görüntü sunuyor.

Tabii ki ben de bu fırsattan istifade edip, bu güzel manzarayı fotoğraflamak için evin çatısına çıktım. 5-10dk süren bir uğraşın ardından ışıl ışıl İzmir'in çok güzel fotoğraflarını çektim.



Gece çekimlerinde olmazsa olmaz bazı kurallar var. Bunlardan en önemli ilk üçü şunlar:

Tripod edinin!! Tripod'u yanınınzda taşıyın!!!! Tripod kullanın!!!

Tripodunuzun yanınızda olduğundan emin olun. Hele İzmir'e falan gidiyorsanız ve evden aceleyle çıkıyorsanız aman ha tripodu kapının yanında unutmayın. Sonra evin çatısında ayazda makineyi nereye koysam da güzel fotoğraf çekebilsem diye düşünürsünüz. Sonra eğer şansınıza çatı müsait olmaz da balkon mermerinin üzerine makineyi rahatça yerleştiremezseniz, çok üzülürsünüz.

Gerçekten de tripod çok gerekli. Gece çekimlerinde enstantane süresi saniyeler ile ölçülüyor. Artık normal çekimlerdeki gibi saniyenin 50'de biri gibi değerlerden oldukça uzağız. Bu sebeple makinemizi tutacak son derece dengeli ve hareketsiz bir yapıya ihtiyacımız var.

Tripod kullanıp genel titreme işini halledebildiğimize göre artık yüksek ISO değeri kullanmamıza da gerek kalmıyor. ISO değerini olabildiği kadar aşağı çekebiliyoruz. Bu sayede fotoğrafta oluşabilecek gürültüleri minimuma indirmiş oluyoruz.

Diğer bir önemli kural ise deklanşör. Biz istediğimiz kadar yavaş dokunalım, parmağımızı basmamız ve çekmemiz fotoğraf makinesinde ufak da olsa bir oynamaya sebep oluyor. Bu oynama sebebiyle son derece başarılı olacak bir fotoğraf bulanık çıkabiliyor. Bu sorunun iki çeşit çözümü var:

Birincisi bedava! Makinelerimizin zaman ayarı seçeneği mevcut. Bu seçenekle biz deklanşöre bastıktan 10 saniye sonra fotoğraf çekilmesini sağlayabiliyoruz. Bu sayede parmağımızdan dolayı oluşabilecek herhangi bir titremeden kurtulmuş oluyoruz. Fakat bu çözüm bizi yansıtıcı ayna hareketinin yaratacağı titremeden korumuyor. Her pozdan önce de geri sayımı beklemek ise gerçekten sıkıcı olabiliyor.

İkinci çözüm ise bir adet "cable release"(Kablolu deklanşör) almak. Bu ufak ve ucuz aksesuar sayesinde deklanşör kontrolünü, bir kablo üzerinden eliminzde tuttuğumuz ufak bir düğmeye aktarıyoruz. Aynı deklanşöre basıyormuş gibi elimizdeki düğmeye basıyoruz. Kablolu deklanşör kullanırken kendimi eski fotoğrafçılar gibi hissediyorum.

Başka dikkat edilmesi gereken ve önemli bir nokta yansıtıcı aynanın hareketi. SLR makinelerde (eğer live view kullanmıyorsanız) deklanşöre bastığınız anda sensörün önündeki yansıtıcı ayna yukarı katlanır ve ışığın sensör üzerine düşmesine izin verir. Fotoğraf çekme işlemi tamamlandığında ise ayna geri kapanır. Bu fiziksel hareket fotoğraf makinesinde titremeye yol açar. Bunun önüne şu şekilde geçiyoruz:

Makinemizin menüsünden Custom Functions'a girip, Mirror-Lockup seçeneğini onaylıyoruz. Bu sayede deklanşöre ilk basışımız aynayı kaldırıyor, ikinci basışımız ise fotoğrafın çekilmesini sağlıyor. Bu şekilde aynanın yaratacağı titremeden de kurtulmuş oluyoruz.

Bir diğer önemli nokta aperatür değeri. Gece fotoğraflarında alan derinliğine fazla ihtiyacımız olmuyor. Bu yüzden geniş aperatür bize fazla bir şey kazandırmıyor. Fakat kısık aperatür ile yakalayabileceğimiz bir etki var. Gece çekimlerine aperatür değerini kısarak, ışık kaynaklarını parıldayan yıldızlar haline getirebilirsiniz. Özellikle kaliteli lensler ile yapılan çekimlerde çok hoş yıldız parlaması (starburst) efektlerine sahip olabilirsiniz. Fakat aperatürü çok fazla kısmak da netlik kaybına yol açabiliyor. O yüzden f/16'nın üzerine pek çıkmamak lazım.

Gece çekimi yaparken, fotoğraf makinamızın ışık ölçümü bizi ters köşeye yatırabiliyor. Ölçtüğümüz değerin ne olduğunu bilmeliyiz. Makinemizin LCD ekranının yanındaki tuşlardan biri bu ölçüm parametreleri ile ilgilidir. Normalde hiç dokunmazsanız, fotoğraf makinesi, görüntünün belirli noktalarından örnekler alıp, bu örneklerden aldığı değerlerin ağırlıklı ortalamasından bir sonuç çıkarır. Gece fotoğraflarının geniş bir kısmı karanlık olduğundan dolayı, makinemiz bize sağlıklı ölçümler veremez. Mesela beyaz dengesini doğru ayarlamakta zorlanır. Tavsiyem RAW çekim yapıp beyaz dengesinin ayarını çekimden sonra kayıpsız bir şekilde halletmenizdir. Ayrıca bu hatalı ölçümün yol açtığı çok daha büyük bir sorun daha var. Makinemizin ortalama değerler ile bulduğu ideal pozlama değerinde yapacağımız gece çekimleri bize yaklaşık olarak şu tip sonuçlar verir:



Işık kaynakları "patlamış" ve gece, siyahlığını kaybetmiş durumdadır. Kendi gözümüz ile baktığımızda gece gökyüzünü siyah görürüz. Bize aydınlık gözüken bölge ışıkların olduğu bölgedir. Gözümüz otomatikman ışıkların olduğu bölgeye göre "pozlamasını" ayarlar.

Aynı şeyi fotoğraf makinemiz ile de yapabiliriz. "Spot" metering veya "Centre-Weighted" metering seçenekleri sayesinde sadece kadrajın ortasındaki ışıklara göre pozlama değeri ayarlanır. Işıkların olduğu bölgeyi ortaya aldığımızda, gökyüzünün ve yakın plandaki karanlık evlerin ışık miktarı hesaplarda kullanılmayacaktır. Bu sayede ortaya çıkan sonuç daha da başarılı olacaktır.



Bu görüntü bile aslında aşırı parlak durumda. Güzel bir gece fotoğrafı için aslında tek bir pozlama yetmiyor. Değişik pozlama değerlerinde fotoğrafların arasından seçim yapmak gerekiyor. Fakat genel kural olarak bilin ki, "spot metering" ayarı seçili iken -1 -2 civarında bir pozlama en iyi sonucu veriyor. Ben Selin'ler'in çatısından 6 değişik pozlama değerinde (-4'ten +1'e kadar) fotoğraf çektim. Sonuçları ise şu şekilde oldu:



-4


-3


-2


-1


0


+1


Makinemin kendi ayarı -4'e kadar inmediğinden şu şekilde hareket ettim: Manual modda ISO değerini 1600'e getirerek 0 pozlama noktası için gereken aperatür ve enstantane değerlerini buldum. Ardından ISO'yu 4 tam durak aşağı indirdim (ISO 100 oldu). Bu sayede f/8'de 1s'lik enstantane değerini elde ettim. Diğer fotoğrafları ise enstantane değerini her seferinde ikiye katlayarak(2s 4s 8s 15s 30s) çektim. Bu sayede 6 tam durakta pozlama elde ettim.

Bu fotoğraflar arasında benim favori fotoğrafım -1 pozlama. Zaten yazının girişinde de bu fotoğrafı kullandım. Fakat elimde 6 değişik pozlama değerinde fotoğraf varken ve bu kadar çok renk ve parlaklık bilgisini kullanabileceğim bir teknik mevcutken bu tekniği uygulamamak benim açımdan hayal kırıklığı olurdu:



Evet HDR! Hem ışık parlamaları minimuma iniyor, hem de Bornova'nın bütün ayrıntıları kadraja yansıyor. Hiç de fena olmamış değil mii?

Aslında konu anlatımlarını bu yazı ile bitirmeyi amaçlıyordum fakat İzmir ve Selin'lerin evinin çatısı panoromik fotoğraf için o kadar müsaitti ki bu tip bir fotoğraf çekmeden duramadım. Bir sonraki yazımda İzmoria'yı sizlerle paylaşacağım.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

12 Nisan 2009 Pazar

Güç Bende Artık

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->


Nerede kalmıştık?

ÖnceSonra




Yuvarlaklar ve Eğriler yazımda ada gezimizden bahsetmiştim. Aya Yorgi'ye kadar çıkıp, yemeğimizi yedikten ve daha önemlisi dinlendikten sonra aşağıya inmeye başladık. Yokuş aşağı inen yolun ilk düzeldiği yer bir çok yolun birleştiği geniş bir alandı. Adanın faytonları da bu noktayı durak olarak kullanıyorlardı. Orjinal fotoğrafı, daha doğrusu orjinal fotoğrafları burada çektim.

Aslında HDR elde etmek için çektiğim 3 fotoğraflı çekim yöntemimi, nasıl HDR fotoğraf çekilmez! olarak da anlatabilirim. Orjinal fotoğrafı 18mm odak uzunluğunda, f/6.3 Aperatür genişliğinde, 1/500s enstantane değerinde ve ISO 400 hassaslıkta çektim. Fotoğrafı çekerken ayaktaydım, makine elimdeydi ve ana obje olan fayton dışında hiç birşeye dikkat etmedim. Peki doğrusu nasıl olmalıydı?

HDR fotoğrafları çekerken çok dikkat etmemiz gereken üç nokta var. Birincisi basit: ISO 100'de çekim yapın. ISO değeri ne kadar düşük olursa, gürültü o kadar az olacaktır. HDR fotoğrafın işlenmesi bittiğinde bütün detaylar abartılı bir şekilde ortaya çıkar. HDR programları, gürültü ile detay arasındaki farkı algılamakta zorluk çekebilir. Bu sebeple olabildiği kadar az gürültülü bir şekilde fotoğrafları çekmeniz gerekiyor.

İkincisi makinenizin ayarlarını doğru yapın. Bir önceki yazımda elde edilecek 3 fotoğrafın parlaklık ayarlarının enstantane hızı ile sağlanması gerektiğini yazmıştım. Gerçekten de aperatür değeri her 3 fotoğraf için aynı kalmalıdır. Değişen tek değer enstantane hızı olmalıdır. Makinelerimizin bunu sağlayabilecek iki modu var. Av(Aperature priority) ve M(Manual Exposure). Makinelerin çalışma modları ile ilgii ayrıntılı bilgi için başka bir yazı beklemeniz gerekecek. Fakat HDR için gerekli işlemleri şimdilik kısaca anlatacağım.

Hem M modunda hem de AV modunda ilk yapacağımız iş bir aperatür değeri seçmek. Tavsiyem kullandığınız lens'in en geniş aperatür değerini 1 tam durak indirmek. Örneğin standart 18-55 kit lensinizin 55mm'deki en geniş aperatürü f/5.6'dır. Bu durumda f/8 aperatür değerini seçmek size lensden alabileceğinz en keskin görüntüyü verecektir.

M modunda çekimde yapmamız gereken uygun bir aperatür değeri seçip, bu değeri sabit tutarak enstantane hızını değiştirmek suretiyle istenilen pozlamaları yakalamaktır. Seçtiğiniz enstantane için oluşan pozlama değerini(parlaklık durumunu), vizördeki parlaklık cetvelinden gözlemleyebilirsiniz. Amacımız, parlaklık cetvelı -2'deyken bir fotoğraf, 0'dayken bir fotoğraf ve +2 deyken bir fotoğraf edinmek.

Av modunda seçtiğimiz aperatür değeri mutlaktır. Aperatür değerini ayarladıktan sonra, parlaklık cetvelinden istediğimiz parlaklık değerlerini (-2, 0, 2) seçeriz. Makinemiz bu değerlere karşılık gelen enstantane değerlerini otomatik olarak hesaplar ve fotoğraflarımızı bu değerler ile çekeriz. Benim bu tip çekimler için tercih ettiğim mod AV modu. Çünkü Auto-Exposure Bracketing'e izin veriyor!!!

Peki nedir Auto Exposure Bracketing? Makinelerin menülerinde ve/veya üzerindeki tuşlarda bulunan bir özelliktir Auto Exposure Bracketing(AEB). Teker teker -2, 0, 2 değerlerini siz seçeceğinize, menüler aracılığı ile AEB aralığını -2 0 2 olarak belirleyip AEB yi aktive ediyorsunuz. Bu noktadan sonra 3 kere deklanşöre basıyorsunuz. İlk basışınız normal, ikinci basışınız karanlık, üçüncü basışınız da aydınlık fotoğrafı çekmenizi sağlıyor. Yani siz sadece ayarları önceden yapıyorsunuz ve 3 kere deklanşöre basıyorsunuz. Bu, HDR çekerken dikkat etmeniz gereken üçüncü ve en önemli kural için son derece kritik bir özellik!

Üçüncü ve en önemli kural şu: Kadrajı sabit tutun! Basit görünse de son derece zor bir iştir. Tek bir pozda sabit tutmak yapılabilir olsa da her 3 pozun da tamamen aynı kadraja sabit olmasını sağlamak ciddi bir el kabiliyeti ister. Hele her deklanşöre basmadan önce pozlamada değişiklik yapacaksak (Manual mod, AEB'siz Av modu) kadrajı sabit tutmak iyice imkansızlaşıyor. Eğer el kabiliyetimiz bunun için yeterli değilse üzülmeyin, kolayı var: Bir tripod ve deklanşör kablosu edinin!

Tripod ile makineyi sabitlediğinizde , Av modunu kullanıp AEB ayarını yaptığınızda ve deklanşöre basmak yerine, deklanşör kablosu (cable release) kullandığınızda, kadrajı oynatacak neredeyse her etkenden kurtulmuş oluyorsunuz. Tam olarak bütün sarsıntıdan kurtulmak için yapabileceğimiz bir şey daha var: Makinenin "Custom Functions" bölümünden Mirror lock'u aktive etmek. Bu sayede deklanşöre ilk bastığınızda SLR makinanızın sensörünün önündeki ayna kalkar, ikinci basışınızda fotoğraf çekilir. Bunun amacı, ayna yukarı kalkarken makinede oluşabilecek herhangi biri fiziksel titreme veya sallantının görüntüye etki etmesini engellemektir.

Kadrajı sabit tutma kısmında dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var: Kadrajdaki objelerin de sabit durmasını sağlamak. Bunu her zaman sağlayamayabilirsiniz. Mesela fotoğrafını çekmeye çalıştığınız faytona bağlı olan atlardan biri siz fotoğraf çekerken kafasını oynatabilir veya fayton'un sağ tarafında hareket etmekte olan bir bayan bulunabilir. Burada ihtiyacınız olan şey sabır ve zaman. Yeterince sabrederseniz, herşeyin sabit durduğu kısa bir süre elde edebilirsiniz. Bu süre içerisinde de gerekli çekimi gerçekleştirebilirsiniz.

Ben bu fotoğrafı çekerken, en büyük eksiğim işte bu iki faktördü. Çoktan yola çıkmıştık ve eşim ile diğer arkadaşlarım beni bekliyorlardı. Bırakın tripod kurmayı, fotoğrafı çekmeye bile vaktim yoktu. Hızlı bir şekilde makinemi Av moduna aldım. Çekim seçeneklerinden sürekli çekimi(continuous shooting) seçtim. Bu sayede deklanşöre basılı tuttuğum sürece makinem fotoğraf çekmeye devam edecekti. AEB ayarlarına girip AEB aralığını -2, 0 ,2 olacak şekilde ayarladım. Makineyi faytona çevirdim, odakladım, nefesimi verdim, konsantre oldum, gözlerimi kapattım ve yavaşça deklanşörü indirdim.

Canon Eos 400D'nin o muhteşem deklanşör sesi 3 kere yankılandı. Biliyordum ki üçüncü poz en uzun sürecek pozdu. Üçüncü deklanşör sesini duyduktan sonra duruşumu ve pozisyonumu bozmadım. Acele etmedim ve deklanşör sesinin 4. kez tınlamasını bekledim. Ancak bu sayede ilk 3 fotoğrafın sorunsuz çıktığından emin olabilirdim. Deklanşör sesini 4. kez duyduktan sonra koştura koştura bizimkilerin yanına gittim. Sonuçları eve gittiğimde alacaktım.

-2 EV (Koyu)0 EV (Normal)+2 EV (Parlak)




Eve geldiğimde makinemdeki bütün dosyaları harddiskime aktarıp, raw dosyaları işlemeye başladım. Bu 3 fotoğrafı bir kenara ayırdım. Diğer dosyalar ile işim bittiğinde sıra HDR fotoğrafa gelmişti. Photomatix'i çalıştırdım. Bu üç fotoğrafı seçip, raw olarak photomatix'e sürükleyip bıraktım (JPG olarak da yapabilirsiniz).

Photomatix, bu üç raw dosyayı yükler yüklemez bana bu dosyalar ile ne yapmak istediğimi sordu. Ben de HDR görüntü hazırla (Generate HDR Image) seçeneğini seçtim. bunun ardından karşıma bir kaç seçenek seçebildiğim bir menü çıktı. Eğer çekim esnasında yukarıda anlattığım noktalara dikkat etmemişseniz (benim gibi), buradaki seçenekler sayesinde photomatix'in fotoğraflara ufak ön müdahelelerde bulunmasını ve bu durumu düzeltmesini sağlıyorsunuz. Photomatix otomatik olarak kadrajlardaki kaymaları, gürültü miktarını ve kadrajdaki hareketli nesneleri düzeltmeye çalışır. Aslında bu konuda da gayet başarılı diyebilirim. Bu noktada fotoğrafın genel ısısını, yani beyaz dengesini de ayarlayabiliyorsunuz.

Bu aşamayı geçtikten sonra.....bekliyorsunuz. Photomatix sizin için HDR dosyasını hazırlar ve 60s-100s içerisinde size sunar. Karşınıza gelen görüntü son derece yüksek miktarda kontrast bilgisi içeren bir görüntüdür. Ekranlarımız bu görüntüyü görüntüleyecek kifayete sahip olmadığından bu noktada sizin müdahele etmeniz gerekir. Bu yüzden bu ekranda bulunan kocaman Tone Mapping tuşuna basıyoruz ve karşımıza sihirin başladığı yer geliyor.



Bu ekranda bulunan 14 seçenek sayesinde fotoğrafımızı bir sanat eseri haline getirebiliriz. Fakat nerede duracağımızı bilmemiz lazım. Bu menüdeki bütün ayarlar çok kuvvetli ayarlar. Her biri fotoğrafın görüntüsünde çok ciddi fark yaratıyor. Biraz deneme yanılma ile siz de fotoğraflarınıza hayat katabilirsiniz.

Bu tonama esnasında kullanabileceğiniz bir kaç tavsiyem olacak:

- Strength'i yüksek tutun. Bu ayar Master Volume ayarı gibi bir ayar. Maksimuma çıkarmayın, fakat az da tutmayın.
- Light Smoothing i ya 4 ya da 5'de tutun. Daha aşağısında fotoğraf, daha çok tablo haline gelmeye başlıyor.
- Black point'i 1 White point'i de 4 civarında tutmak benim gördüğüm kadarıyla en sağlıklı sonuçları veriyor.
- Temperature (renk ısısı) ayarını HDR dosyayı oluşturmaya başlarken yapın. Burada 0 da tutun.
- Microsmoothing'i düşük bir seviyede tutun ama hiç bir zaman 0 yapmayın. Yoksa yüksek miktarda gürültüyle karşılaşırsınız.
- Luminiosity fotoğrafa parıldayan bir görüntü verir, fakat aşırı kullanımı sonucunda objelerin çevresinde istenmeyen ışık alanları oluşur(halo)
- HDR tonlama işlemi, gürültü yaratan bir işlemdir. Fotoğrafla işiniz bittikten sonra Neat Image programını kullanarak istenmeyen gürültüden kurtulabilirsiniz.

Sonuçtan mutlu olduğunuz zaman Process tuşuna basın....ve HDR çalışmanız tamamlansın!!



Son bir uyarı yapmak istiyorum. HDR yani "Geniş Dinamik Kontrast Aralığı" her zaman uygulanmaması gereken bir teknik. Eğer fotoğrafını çekmek istediğiniz görüntüde hem yüksek miktarda ışık, hem de gölgeler mevcutsa HDR tekniği manalı bir sonuç veriyor. Eğer fotoğraf çektiğiniz ortamda yüksek ışık farklılıkları yoksa, Tek bir fotoğraf çekip uygun bir histogram düzeltmesi ile çok güzel sonuçlar elde edebilirsiniz. Hatta Photomatix'in yeni versiyonları sadece tek bir raw dosyasını alıp üzerinde tonlama yapmanıza fırsat tanıyor.

Raw dosya çekmiyorsanız bile photomatix'in gelişmiş tonlama seçeneklerinden faydalanma şansınız var. JPG dosyanızı DPP'de açın ve farklı bir isimle TIFF uzantılı olarak kaydedin(Exif İÇERMEYECEK şekilde), Histogram eğrisinin en orta noktasını tutun ve bir kare sola çekin. Fotoğrafın parlaklığı ciddi bir şekilde artacaktır. Farklı bir isimle (Yine TIFF) kaydettikten sonra aynı işlemi tekrarlayın fakat bu sefer orta noktayı sola değil sağa doğru bir kare çekin. Fotoğrafınız kararacaktır. Bunu da farklı bir isimde kaydedin(TIFF). Bu üç dosyayı photomatix'e atıp "Çakma HDR" çalışması yapabilirsiniz.

Bir sonraki yazımda makine modlarını ve bu modların kullanım yerlerini anlatacağım.

Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

11 Nisan 2009 Cumartesi

Gölgelerin Gücü Adına

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->

Yeni bir lens almanın yarattığı motivasyonu anlatmaya kelimeler yetmiyor. Fotoğraf makinemi alalı 4 ay, 50mm f/1.8'i alalı daha bir kaç gün olmuştu. O zamana kadar fotoğraf makinemi kompakt makinelerden çok da farklı kullanmıyordum. Fakat yeni lens aldıktan sonra içimde bazı şeyler değişti. Internetten fotoğraf eğitim sayfalarına girmeye, kitaplar okumaya, dergileri takip etmeye başladım.

İndirdiğim dergilerden son derece eğiticiydi. Enstantane, Aperatür, ISO gibi kavramları anlatmanın yanı sıra, manzara fotoğrafları nasıl çekilir, RAW dosya formatı nedir, portre çekiminde nelere dikkat edilmeli gibi sorulara da cevap veriyordu. Bir yandan çok başarılı bir şekilde tonlanmış fotoğraflara bakıyor, bir yandan da fotoğrafçılığı öğrenmeye çalışıyordum....

....ve bir dergide o sayfaya denk geldim. Bir şehir fotoğrafıydı. Parçalı bulutlu bir havada çekilmişti. Görüntü tek kelime ile inanılmazdı. Bulutları ayrıntıları, binaların renkleri, gölgelerdeki detaylar...hepsi görülebiliyordu. Sayfanın hemen başında ise kocaman bir başlık vardı:

"How to create HDR images" (Nasıl HDR görüntü yaratılır.)

Yazıda HDR'nin ne demek olduğu, nasıl yapıldığı ve bu fotoğrafların neden bu kadar güzel gözüktüğü anlatılıyordu. Gözüm dönmüştü. Mutlaka bu tekniği öğrenmeli ve uygulamalıydım. Anlatılanlara göre ihtiyacım olan tek şey pozlama ayarı yapabilen bir fotoğraf makinesi ve dijital çağın fotoğrafçılık mucizesi Photoshop CS2 idi ve ikisi de bende mevcuttu.

Hemen elime fotoğraf makinasını aldığım gibi belirtilen teknikleri uygulamaya başladım. Açıkçası sonuç hüsrandı. Zaten henüz daha photoshop kullanmayı çözememiştim. Bir parça hayal kırkılıığına uğramıştım fakat yılmamıştım. İki gün süren bir uğraşın ve internette yaptığım bir çok site araştırmasının ardından, o gördüğüm muhteşem manzaraları photoshop yerine photomatix adlı bir program ile de yapabildiğimi öğrendim.

Photomatix'i yükledikten sonra ilk denemelerim moralimi yerine getirdi. Gerçi bu denemeler tam HDR görüntüler değillerdi. Tek kareden türetilmiş "Çakma HDR"lerdi.
ÖnceSonra







"Çakma HDR" olmalarına rağmen son derece göz alıcı hale gelen bu foroğraflar, deneme ve öğrenme azmimi daha da arttırmıştı. Yavaş yavaş, deneyerek ve hatalardan ders alarak HDR nin ne olduğunu ve niye uygulandığını tam olarak anlamaya başladım.

HDR kelimesinin anlamı High Dynamic Range. Türkçe çevirisi "Yüksek Dinamik Aralık".....bence yeterli bir çeviri değil. "Yüksek Dinamik Kontrast Aralığı" daha doğru bir çeviri olacaktır. Peki nedir kontrast?

Kontrast kelimesini aslında günlük konuşmada da zaman zaman kullanıyoruz. Genelde iki fikir, söz, düşünce....veya renk arasındaki tam zıtlığı belirtmek için kullanığımız bu kelime, görsel sanatlarda "En siyah nokta ile en beyaz nokta arasındaki fark" olarak tanımlanabilir. Geçen yazımızda histogramdan ve histogramın en solundaki barı kaydırarak "koyu gri"leri "siyah" yapmaktan bahsetmiştik. Sonuçta histogramımız en siyah belirlediğimiz nokta ile en beyaz belirlediğimiz nokta arasındaki değerleri 255 değere dağıtıyordu.

Malesef monitörlerimiz şimdilik bu 255 rakamı ile sınırlı. İşin ilginci bu değer aslında gözlerimiz için yeterli bir değer. İnsan gözü adaptasyon sağlayabilen bir görme aracı. Ortamdaki ortalama ışığa göre göz bebeğimiz(aperatür) ve retina hassaslığımız(ISO) kendini ayarlıyor. Bu sebeple gece yatmadan önce ışıkları kapattığımızda her tarafı siyah görürken, bir kaç dakika sonra gözümüzü açtığımızda odamızı gri tonları ile bezenmiş ve ayrıntıları seçilebilir bir şekilde buluyoruz. Bu anda açılacak ışık, gözümüz için yine bir adaptasyon süresi geçmesini gerektiriyor. Fakat bir kaç saniye içinde parlaklık değerleri yerine oturuyor. Gözümüz karanlığa alıştığı zamanki tonlar hep oradaydı. Aydınlığa alıştığımız zamanki tonlar da hep orada. Fakat hepsini bir arada göremiyoruz.

Gözümüz zaten bir ortalama parlaklık değerine adaptasyon sağladığında 200-300 ton arası bir değerde kontrast aralığına sahiptir. Fakat bu adaptasyon yeteneği sayesinde gözümüzün kontrast aralığı etkin olarak çok yüksektir. Bu sayede gökyüzüne bakarken bulutları ve detaylarını, başımızı eğip yere baktığımızda ise gölgelerin altında yatan detayları görebiliriz. Aynı durum ekrana bakarken de geçerli. Biz ekrana bakarken, gözümüz, bulunduğumuz yerdeki ortalama ışığa göre bir kontrast aralığı belirler. Bu yüzden karanlık yerlerde ekran parlak, aydınlık yerlerde ise ekran bize soluk gözükür.

Gözümüz kendisini bir şekilde ayarlayabilir. Fakat fotoğraf için aynı şey geçerli değil. Deklanşöre bastığımız anda aperatür genişliğini ve ISO değerini çoktan belirlemiş oluyoruz. Bir süre sensor açık kalıp kapanıyor. Bir nevi dünyaya sabit bir göz bebeği ile bakmak durumunda kalıyoruz.

HDR tekniği bu noktada devreye giriyor. Yapılan işlem, gözümüzün yaptığı işlemden pek farklı değil. Aynı fotoğrafı 3 kere çekiyoruz. Fakat bu işlemi yaparken sensör üzerine düşen ışık miktarını her fotoğraf için değiştiriyoruz. Bunun için aperatürü(gözbebeği) kısıp genişletmek yerine, enstantane süresini azaltıp çoğaltıyoruz. Elimizde 3 değişik parlaklık bilgisi içeren dosya oluşuyor. Düşük parlaklık bilgisi içeren dosyadan parlak noktaların(highlight) detaylarını, yüksek parlaklık bilgisi içeren dosyadan ise karanlık noktaların(shadow) detaylarını alabiliriz.

Eğer blogumu takip ediyorsanız son iki cümlede yazdıklarımın tanıdık gelmiş olması lazım. Çünkü çok benzer birşeyi Hem öyle, hem de böyle adlı yazımda da anlatmıştım. O yazıdaki fotoğrafta bulutların detaylarını ortaya çıkarmak için orjinal fotoğrafın daha koyu bir kopyasını alıp, orjinal bulutların üzerine daha koyu bulutlar gelecek şekilde bir aşamalı geçiş yapmıştık. O örnekte fotoğrafın sınırları çok belliydi. Gökyüzü ve yeryüzü tek bir çizgi ile ayrılmıştı. Bu sayede fotoğrafın üst kısmında tamamen koyu dosyadaki bulutların(yani parlak noktaların) detaylarını kullanmaya karar verebilmiştik.

Fakat bütün fotoğraflarda bu keskin fark oluşmayabilir. Fotoğraftaki bir ağaç, bir bina veya bir kişi, kadrajın en altından en üstüne kadar olan bölgeyi kaplayabilir. Ya da fotoğraftaki bir gölde, gökyüzünün tamamen parlayan bir yansıması olabilir. Bu tip durumlarda aşamalı geçiş, parlaklık ve gölgelerde kalmış gizli detayları kurtarmanıza yetmeyecektir.

Kısacası elimizdeki değişik parlaklık bilgili 3 adet fotoğrafı birleştirmek için özel bir yönteme başvurmamız gerekiyor. Bu noktada da photomatix adlı program devreye giriyor ve nerenin parlak nerenin gölge kalacağına karar vermemize yardım ediyor.

Bir sonraki yazımda uygulamalı olarak, adım adım bir HDR fotoğrafın nasıl çekildiğine ve nasıl hazırlanığına dair örnek vereceğim. Büyükada'da çektiğim bu fayton fotoğrafını, son haline gelene kadar yaptığım bütün adımları teker teker anlatacağım.

ÖnceSonra



Işığınız bol olsun.

<-Önceki SayfaSonraki Sayfa->