Showing posts with label onur. Show all posts
Showing posts with label onur. Show all posts

Sunday, March 24, 2013

yaşadığıma şükrediyorum, ühühühühü

yasemin, son zamanlarda 40 yaşına merdiven dayamasının sonucunda kendisinden bile gizlemeye çalıştığı bir bunalımın eşiğindedir* (halbuki daha koskoca 1,5 yılı var!). arabayla cindy crawfordlu bir reklam panosunun yanından geçtikten sonra:

yasemin: ayyyy cindy crawford'u gördünüz mü şurda ahahahahahahaha
onur: ne var, ne olmuş?
y: görmedin mi ne hale gelmiş ahahahahaha
o: biz yaşlandık, o yaşlanmasın mı? geçenlerde photo boothda benim ilk çektiğimiz fotolarımla son fotolarıma baktık cem'le de, beyazlar, kırışıklıklar... eskisi gibi değiliz
y: yok ya, bizimle alakası yok, o çok fena olmuş**
o: nasıl?
y: ne bileyim, göçmüş gitmiş, teeyyy teyy... ehehehehe
cem (sanki tanırmış gibi): yaşadığına şükreder bir hali var, değil mi?
y: ahahahahahahaha

* yazık bir durumdayım, durup durup hala 40 yaşıma gelmedim diye seviniyorum
** cc bizden çok büyük bir kere,  o daha 50 olmadım diye sevinenler grubunda

Friday, January 18, 2013

haftasonu önerisi :: düşler diyarı


izlemeden öneriyorum. birkaç gün önce onur izleyip "sen de izle mutlaka" dedi. film yanlış hatırlamıyorsam türkiye'de ilk olarak film ekimi'nde gösterildi. dün arkadaşımdan dvdsini aldım, ben de ilk fırsatta izlerim. onur'un haftasonu önerisi: düşler diyarı.

seanslar ve diğer bilgiler için TIK

Tuesday, May 29, 2012

kitap mimi :: onur

selen'den gelen kitap mimi'ni onur'a yolladım.
bunlar da onur'un cevapları:

1. Ne sıklıkla kitap okurum?

Elimden geldiği kadar. O da çok değil doğrusu, ayda 1 kitap bitirebiliyorum ama seri çizgi romanlarım olunca 1 saatte bitiyor.

2. En sevdiğim yazarlar

Alan Moore, Neil Gaiman, J.R.R Tolkien, Gündüz Vassaf, Terry Brooks, Zygmunt Bauman

3. En beğendiğim kitaplar

Yüzüklerin Efendisi (Tüm seri), Watchmen, Swamp Thing (Alan Moore), Sandman(Neil Gaiman), Sosyolojik Düşünme (Zygmunt Bauman); Cehenneme Övgü (Gündüz Vassaf); Dune (Frank Herbert)

4. Yerli-yabancı yazarlar?

Yabancı

5. Beğenilen kitap serisi

Yüzüklerin Efendisi (Tüm seri), Watchmen, Swamp Thing (Alan Moore), Sandman (Neil Gaiman),  Shannara (Terry Brooks), Dragonlance (Margaret Weis-Tracy Hickman)

6. Sevilen tür?

Fantastik, sosyoloji. 2.si sonradan oluştu. Şimdi düşününce, birincisinden sonra oldu sanırım. İnsanlar genelde fantastiği edebiyattan saymazlar. Aslında ütopya ve distopyalarıyla fantastik gerçek anlamda insanlığın hikayesini irdeler. İyi-kötü bazen siyah-beyazdır ama aslında konuya derinleştiğinizde hep rengin gri olduğunu görürsünüz. Niye insanlar böyledir? Nasıl şekillenir hayat? Özetle bu iki tür benzerdir.

7. En son hangi kitabı okudunuz?

Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup - Zygmunt Bauman

Çizgi Romanda ise Silver Surfer - 2.cilt

8. Şu an ne okuyorsunuz?

Küreselleşme - Zygmunt Bauman

9. Kitap blogları?

Bilmiyorum.

10. Kitap okumak sizin için ne ifade ediyor?

Hayallere yolculuk ve hayatı anlamlandırma çabası.

Thursday, June 16, 2011

yılın şarkısı :: i'm so tired



bizim için dinleyin. o değil de, şu anda fonda mabel matiz çalıyor. açık radyo'da duyup çarpıldıktan sonra gidip albümünü almıştım. bi yere gitmedim yahu, evden sipariş verdim. baştan sona radyoda dinlemiştim zaten ama albüm eve geldikten sonra dinlemek için uygun akşamı bekledim. bu gece dinliyorum. samimi, kendine has. ikinci kez dönüyor. neye niyetti neye kısmet oldu bu post. kafam bi dünya, en baştan mabel matiz deseydim ya. şimdilik böyle kalsın sonra bu albüm için ayrı bir post ekleriz.

Friday, December 31, 2010

gracias a la vida :: teşekkürler hayat



2010'u geride bırakırken bu şarkıyı söylüyorum. 
hayatımın en güzel yılıydı. 
teşekkürler hayat!


teşekkürler hayat; verdiğin her şey için; her açtığımda

siyahı beyazdan, cennetin huzmesini karanlıktan,
sevdiğim erkeği kalabalıktan çıkarıp bana sunan gözlerim için

teşekkürler hayat, verdiğin her şey için
hayatın sesi ve kelimelerim
düşüncelerim, ettiğim kelamlar,
annem, dostlarım, kardeşim ve parlayan güneş
ve aşkın izleri için

teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
duyduğum tüm sesler; gece, gündüz,
ağustos böcekleri, kanaryalar, çekiçler
motorlar, köpek bağırışları, rüzgar
ve yarin sakin fısıltıları için

teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
caddelerinde, göl kıyılarında, dağlarında
ovalarında, leb-i deryada yahut suya hasret çöllerinde
ve evlerinde yorulan adımlarım için

teşekkürler hayat, her şey için;
yıkıntılardan kendimi yeniden yaratabildiğim
ve yeniden hayata sunabildiğim için
kahkahalarım, gözyaşlarım
ve bu şarkı için

her şey için teşekkürler


Monday, August 23, 2010

hallelujah

birkaç ay önce trafikte yavaş yavaş ilerliyorduk, radyoda "sevdim seni bir kere" çalmaya başladı, özdemir erdoğan'dan dinlemeye alıştığımız şarkıyı teoman söylüyordu. ben teoman'ın bu şarkıyı hiç iyi söyleyemediğini zaten şarkıyı da pek sevmediğimi söyleyince onur;

"bir şarkıyı sahibinden daha iyi söyleyen biri varsa, bil ki şarkıyı yazan iyi bir yorumcu değildir. iyi beste yapabilir, iyi söz yazabilir ama şarkı söylemeyi beceremiyordur. bir şarkıyı en iyi sahibi söyler." dedi.

onu dinlerken iyi coverları düşünüyordum, birden cem arkadan atladı:

- nedenmiş, bir kere cohen de rufus'a şarkı veriyor. rufus güzel söylüyor ama cohen de güzel söylüyor, ben bile beğeniyorum cohen'in söyleyişini...

"ben bile" :)


vay be, bunu cem mi söyledi? bir süre sessiz kaldıktan, daha doğrusu donup kaldıktan sonra çok eğlendik, çok tezahürat yaptık; o da bizi şaşırtacak bu bilgiye sahip olduğu için hem sevindi, hem de gururlandı. güzel anlardı.

rufus wainwright'tan, cohen'in chelsea hotel'ini de (linki tıklarsanız i'm your man belgeselindeki görüntülerle birlikte dinlersiniz. fizy sayfasına gelince sağ alttaki minik tv ekranına da tık) mutlaka dinleyin. bu arada unutmayalım, jeff buckley'in de unutulmaz bir hallelujah yorumu var, onur'a ve pek çok kişiye göre en iyi hallelujah yorumu odur ama ben rufus'unkini kimseyle değişmem.



hallelujah - leonard cohen : dinlemek için TIK
hallelujah - rufus wainwright : izlemek için TIK
hallelujah - jeff buckley : dinlemek için TIK

Monday, August 16, 2010

baba


"Babanızın kim olduğundan çok onu nasıl hatırladığınız önemlidir."

Prolog, Klon Savaşları



pazar sabahları cem'le kaçırmadan izlediğimiz klon savaşları serisinin (cnbc-e, 12.00) güzel taraflarından biri, her bölüm öncesindeki özlü sözleri. izleme şansınız olursa, bu sözleri kaçırmayın.

Friday, March 12, 2010

sen nasıl seçtin?


kahvaltıda aramızda geçen konuşmayı unutmadan yazmam lazım:

cem: büyükanne yokken anane yoktu, anane yokken senle dayım yoktunuz, sen yokken ben yoktum... ben yokkeen... kimse yok çünkü ben daha eğlenmedim (evlenmedim)

birisi insanların eğlenmeden de çocuk sahibi olabildiklerini cem'e söylemeli ama şimdi sırası değil. ben bunu düşünürken kısa bir sessizlik oldu. cem de o sırada bi şeyler düşünüyormuş, sordu:

cem: sen nasıl seçtin?
yasemin: neyi?
c: babamı

"sen nasıl seçtin?" diye sorması beni hayrete düşürdü. belki o sessizlik anında kiminle evleneceğini merak etmişti. bir süre olduğum yerde kaldım sonra onur'la ilk karşılaştığımız günden başlayıp anlattım: işteki ikinci günümde karşılaşmıştık, sırf konuşmuş olmak için ona gündelik bir soru sormuştum. (...)

cem o zamanlar kaç yaşında olduğumu merak etti, 23 yaşında olduğumu duyunca çok şaşırdı. yuvadaki servis ablası da o yaştaymış.

çok güzel bir sabahtı.

Thursday, July 9, 2009

manifesto


Manifesto of the idle parent

  • We reject the idea that parenting requires hard work
  • We pledge to leave our children alone
  • That should mean that they leave us alone, too
  • We reject the rampant consumerism that invades children from the moment they are born
  • We read them poetry and fantastic stories without morals
  • We drink alcohol without guilt
  • We reject the inner Puritan
  • We fill the house with music and laughter
  • We don't waste money on family days out and holidays
  • We lie in bed for as long as possible
  • We try not to interfere
  • We push them into the garden and shut the door so that we can clean the house
  • We both work as little as possible, particularly when the kids are small
  • Time is more important than money
  • Happy mess is better than miserable tidiness
  • Down with school
  • We fill the house with music and merriment

    Monday, March 2, 2009

    benjamin button & ben o kadar büyümedim


    anlatan: onur


    Oscarları severim. Sonuçta Oscar bir çok tanıdığım insana (En başta Yasemin'e) göre önemsiz, sıkıcı ve bildik menüsü olan bir tüketim aracı. Aslında bunda ciddi bir haklılık payı var tabii ki. Ödül töreninde komiklik yapan bir şovmen, Titanic ve benzeri büyük yapım filmlerin karşılanan beklentileri, çok adaysan, çok ödül alırsın ilişkisi, anne-baba-eşlere teşekkürler, kırmızı halı, elbiseler... Yine de naifçe yıldızların yerinde olduğum hissiyatı, Oscar'a hep sıcak bakmama neden olur.

    Bu sefer Sertan'la beraber (şömine, kraker, peynir, kahve eşliğinde) canlı izledik Oscar'ı. Bu sene tören çok farklı ve başarılıydı. Hugh Jackman'ın şovları, eski ünlü oyuncuların adaylara ithafen güzel sözleri, Sean Penn'in konuşması ve son yıllarda oluşan farklıya ödül ver yaklaşımı eğlenceliydi.

    Geçen sene olduğu gibi bu sene de, yarışan iki ana filmden yine daha az sevdiğim film (bu sene Slumdog, Benjamin'i; geçen sene, İhtiyarlar, Kan Dökülecek'i geçti) ödülü kazandı. Eski Türk filmlerinin Trainspoitting usulü bir kurguyla sunumu, kötü oyunculuk, karikatür doğu tasviri, felaket bir müzik vardı Slumdog Milyoner'de... Benjamin Button ise, klişe gözüken ama aslında tüm naifliğini, büyük bir edebiyatçının incelikli sunumu ile ortaya koyan, tatlı, huzur dolu bir film. David Fincher'dan kimsenin beklemeyeceği oranda düz ve klasik bir film olması galiba herkesi şaşırttı. Button'ı izlerken aklıma Cem'le yaşadığım bir anektod geldi.

    Mantı yiyoruz Cem ile karşılıklı. Garsonlar Cem'i çok sever, yine ilgi gösteriyorlar. "Ne içerdiniz küçük bey?" diye şirince soruyorlar. Cem, düz bir ifade ve sert bir şekilde, "su" diyor.

    Ben: Biraz daha kibarca su alabilirim desen daha iyi olur abilere.
    Cem'in cevabı: Ben o kadar büyümedim ki daha...

    Çok doğru cevap... Geleceği bilecek kadar olgun, günü yaşayacak kadar toy ve gamsız. Button'daki geriye doğru giden saati düşündüm. Cem'le ve Yasemin'le, hep beraber olmak istedim, sonsuza dek...

    Tuesday, January 13, 2009

    Studio Ghibli

    anlatan: onur

    Çizgi filmleri severim. Abim, yıllar önce üzgün bir zamanımda "Çizgi filmdeki gibi yaşadığını düşünsene, yamyassı olup hayata gülerek devam ettiğini..." demişti, beni çocuk gibi mutlu etmişti.. O gün bugündür çizgi filmlerin dünyasında dolaşmayı severim.

    Bu dünyalardan biri; Hayao Miyazaki ve Studio Ghibli filmleri.
    Bazı özellikleri:
    - Doğa ve insan arasındaki uyumu sorgulaması;
    - Küçük kızların büyük işlere istemeden, naif bir biçimde karışması;
    - Bilgisayar kullanımının %10'u geçmemesi;
    - Hayali evrenlerin sahici hikayelerle buluşması.

    Temel farkı ne Disney'den derseniz, bence hızlandırılmış aksiyonların içinde kaybolup giden beylik mesajların ötesinde, gerçek hayatlardan bahsetmesi, çocuklara gerçekten insan muamelesi yapması...

    Totoro ve Fireflies'ı öneriyorum başlangıç için: Totoro'da insanın içine yayılan sımsıcak ve katıksız sevgi, Fireflies'da kendi elimizle yarattığımız ve ruhumuzu kaybettiğimiz savaş makineleri ile nasıl da yenilgiye uğratılıyor, sırf bunu görmek için bile mutlaka seyredin derim...

    Abimle yaşadığımız çocukluk günleri ve çizgi filmlerle (Bkz: Sandman) ilgili bir kaç parantezim daha var, aklınızda olsun. Görüşürüz.



    Monday, December 29, 2008

    5. gün: babalar ve oğulları sinemada

    fotoyu çeken & günü anlatan: onur

    Dün akşam yemeğinde yaptığımız programa göre Bolt'un sabah matinesine gitmek üzere kahvaltıdan sonra Cem'le birlikte evden çıktık. Yalın'la Sertan arabayla gelip bizi aldılar, hep beraber en yakındaki sinemanın bulunduğu alışveriş merkezine doğru yola koyulduk.

    Günün ilkleri: İki iyi arkadaşın beraber filme gitmesi, hem de babalarıyla, ve ilk kez 3 boyutlu cazcı kardeşler gözlükleriyle film izlemesi
    Keyifli anlar: Giderken arabada eğlence, ayakkabı göstermece, fazlasıyla gülmece, bilet sırasında heyecan, patlamış mısır
    Keyifsiz anlar: Film çıkışı avm kalabalığında yemek peşinde koşturup masa bulamamak ve park yerindeki aşırı trafik nedeniyle arabayı orada bırakıp taksiyle dönmek zorunda kalmak
    Mutlu son: Eğlenceli şoförü olan bir takside iki arkadaşın Sertan'a yaslanarak aynı anda uyuması
    Film: Filme gelince, biraz film içinde film, onun için kafa karıştırıcı olabilir. Cem filmle ilgili sorularını daha çok elinden elektrik çıkan motorlu adamlar üzerine yöneltti, kötü adamların amaçlarını anlayamadığından yakındı (ki gerçekten filmde amaçları belirsizdi) Filmden sonra sorduğu sonsuz sayıda soruyla olup biteni anlamaya çalıştı. Filmdeki bir şarkı (Oscar'a da adaymış) çok güzeldi bence. Ben sevdim Bolt'u, Cem "biraz sevmekle" yetindi:

    - biraz sevdim. 
    hayvan ve adamları sevdim o kadar ama kötü adamları sevmedim, iyi adamları sevdim. 

    Bu arada animasyondan laf açılmışken BOLT güzel bir filmdi ama benim özellikle Japon animelerine ciddi bir düşkünlüğüm var. Sonradan parantezi kapamak üzere 2 güzel önerim var: Grave of the Fireflies ve Komşum Totoro (Cem'in favorisi). 

    Görüşmek üzere.