Showing posts with label eğitim/okul. Show all posts
Showing posts with label eğitim/okul. Show all posts

Tuesday, January 21, 2014

SBS :: Bir Türkiye Gerçeği


5 yıl önce, cem anaokulunda

x: cem'i hangi okula göndereceksiniz?
yasemin: 1. sınıfa kadar yuvaya devam. cem'in sınavlara girmesini istemiyorum. kendisi çok istiyorsa girer ama ben onu dershaneye, kursa, özel derse göndermeyeceğim. okulunu seçerken de sbs başarısına bakmayacağım bu durumda. hatta sbs'den bahsetmeyen bir okul arayacağım.
x: nasıl yani?
y: oks mi sbs mi ismi her ne olacaksa işte, o sınavlara hazırlanmayacak cem. girmek isterse mani olmam ama biz bu iş için para ve zaman harcamayız.
x: ama türkiye gerçeği diye bir şey var.
y: evet var ve ben o gerçeğe inanmıyorum zaten nasıl bir gerçekse, durmadan değişen bir sınav sistemi var. güvenmediğim, faydasına inanmadığım hatta zararlı olduğunu gördüğüm sistemin parçası olmak için de uğraşmıyorum. basit aslında.
x: cem sonra seni suçlamasın...
y: suçlayacak bir şey yok. dershaneye, özel derse para dökmedim, ezberden başka bir şey olmayan
testlerden uzak kalsın istedim diye mi suçlayacak? ben ona her şeyi, sistemi, beğendiğim iki okul olmasına rağmen neden dışında durmayı seçtiğimi açıkça anlatıyorum, çok istiyorsa sınava girebileceğini, önünde düşünmek için yeterince vakti olduğunu da söylüyorum. evde çalışmasına da karışmam ama ben bu iş için uğraşmam. 12 yaşımdan beri böyle düşünüyorum. o zamandan bu yana da fikrimi değiştirecek bir gelişmeye şahit olmadım.
x: çağ rekabet çağı, onu rekabetten uzak büyütmekle iyi mi yaptığını düşünüyorsun?
y: rekabetse aradığın, o her yerde bulunur. bu uyduruk sistemin işleyişine hizmet etmekle kendime, çocuğuma, hayatıma kötülük yapmış olurum. ben kurslara gittim, ezberledim, sınava girdim. 3 yılım kurs, dershane, okul, özel derslerle geçti. ne öğrendim? aynı komediyi çocuklarımla birlikte yaşamak istemeyecek kadar uzağım artık bu işten.
x: güzel okullar var, köklü okullar var...
y: yok demiyorum. biz dışındayız bu yarışın, o kadar.
x: sonuçta üniversite sınavı var. ona da mı girmeyecek?
y: sbs'ye girmeyince üniversiteye de mi girilemiyor?

*

Kararlarımı çeşitli korkuların etkisiyle veya çoğunluğun seçimlerine bakarak vermiyorum. Bu noktaya varmamı neler etkilemiştir diye düşündüğümde aklıma gelenler: kendi okul hayatım, yaşadığım ülkenin eğitim sistemine dair takip ettiklerim, eğitim ve öğrenme üzerine okuduklarım, insan kaynaklarında çalıştığım yıllar, katıldığım mülakatlar, girip çıktığım sınavlar, üniversite hayatım...

Bugün SBS'de gayrimüslim öğrencilerin eksik hesaplanan puanları ile ilgili haberi okudum. Gün geçmiyor ki elle tutulacak yanı kalmamış olan bu sınavın işlevsizliği ile ilgili yeni bir haber çıkmasın. Daha yeni okumadık mı SBS sonuçları iptal ediliyor haberini?

Bu konuda benimkine yakın düşüncelere sahip olanlar da var elbet ancak bugüne kadar konu açıldığında genellikle benzer diyaloglar geçti. Sistemin saçma ve güvenilmez olduğunu, sınava hazırlanan çocukların harcadığı vakte ve emeğe değmediğini düşünen çok ama "bu ülkenin gerçeği bu, yapacak bir şey yok." diye düşünen de çok. Aslında SBS konuşmaktan kaçındığım bir konu haline gelmişti çünkü hangimiz haklıyız, hangimiz haksız diye tartışarak ya da dediklerimizi karşılıklı çürütmeye çalışarak varabileceğimiz bir yer yok. Birbirimizi ikna etmek zorunda değiliz. Ben neyi neden seçmediğimi biliyorum, bu da bana yetiyor.


Sonuçta karar bizim
a) isteyen girsin 
b) çalışan çalışsın
c) ezberleyen ezberlesin
d) yarışan yarışsın
e) hiçbiri. 

abcde.
Yine de üstüste birkaç sene boyunca bu sınavın stresini yaşayan çocuklar için üzüntü duyuyorum.

*

Türkiye Gerçeği 

SBS'de gayrimüslim öğrencilerin puanları eksik hesaplandı

* SBS'de sistem değişti ama öğrencilerin haberi yok

* İşte yeni SBS, SBS'nin yerine 12 sınavlı yeni sistem detayları 

* Yeni SBS'de başlamadan 3 değişiklik

SBS kaldırıldı. Yerine TEOG diye bir sistem getirildi. Yeni sistemde de başlamadan 3 önemli değişikliğe gidiliyor.

SBS kalkıyor, dershaneler kapanıyor.

SBS sonuçları iptal edildi

Radikal.com.tr - Danıştay, Milli Eğitim Bakanlığı'nın SBS'de Almanca ve İngilizce testlerinin cevap anahtarlarını karıştırması üzerine 718 öğrencinin puanını yanlış hesaplaması üzerine sınav sonuçlarını iptal kararı verdi. Gazetevatan'dan Kıvanç El'in haberine göre, 1.2 milyon adayın puanı yeniden hesaplanacak. Liselere yerleştirmelerin de yeniden yapılması gündemde.
.
.
.
karikatür buradan

Sunday, October 20, 2013

Ama sözcükler

Ama sözcükler kimsenin tahmin edemeyeceği kadar güçlüdür ve bir kez çocuğun beynine derince kazıldı mı, kolayca sökülüp atılamazlar.

May Sarton, Bir Anka Tanıyordum

cem, 2012

Monday, May 20, 2013

ceza

arkadaşımın oğlu cem ile yaşıt. adını bildiğiniz bir özel okulda 3. sınıfta. arkadaşım oğlunun oyuna düşkünlüğünden, kitap okumayı pek sevmemesinden ve dersleri ihmalinden ara ara yakınır. geçen gün telefonda okulda yaşanan bir olayı anlatırken yine oğlundan yana dertliydi, ben de iyice antipatik, bilgiç teyze modunda kalmışım karşısında isyandan ama olur mu böyle bir okul:

e: geçen gün bizimki okulda yine ne yapmış biliyor musun? ceza aldı...
şimdi bunların sınavları var, sınav dönemi, sizin okulda da vardır değil mi?

yasemin: yok yahu ne sınav dönemi, sınav mınav yok burda, tanımamışsın sen arkadaşını

e: hahaha... neyse işte sınav dönemi, her gün bir sınav. sınavlardan birini de beden eğitimi dersinde yapmışlar. beden eğitimi iptal olmuş öyle olunca. bir tek bizimki çıkıp karşı koymuş. ne demiş biliyor musun?

y: e heralde karşı çıkacak, senin çocuğun başka işte. koyunlaştıramadıklarımızdan.

e: beden eğitimi dersimizi sınav için alamazsınız, bu ders bizim hakkımız, spor yapmak istiyoruz demiş akıllı

y: helal be, başka ders mi bulamamışlar neden çocukların spor dersinde oluyor sınav? zaten ne sınavı, o da ayrı konu.

e: öyle diyorsun da ceza almış. şimdi cezasını da çekmek istemiyor, onunla uğraşmak zorunda kalıyorum

y: ne cezası? cezalık bir şey söylememiş ki

e: kalın bir kitap vermişler, bir hafta içinde okuyup özetini çıkaracakmış ama yapmıyor işte. çok kalın falan diye şikayet ediyor, okumayı sevemedi bir türlü

y: nasıl? şaka mı bu? okumayı ceza olarak mı veriyor okul? allah'ım daha neler göreceğim?

e: hahaha

y: sen çocuğu bu okula yollamayı düşünüyor musun hala? p. yaşıtlarından hep daha farklı bir tip oldu ki burada söylediğinde hiçbir şey yok, %100 haklı. itaat etmedi diye... hoşlarına gitmeyen her hareketine ceza mı verecekler? çocuğu yontup yontup kendilerine benzetecekler sonunda. okumayı ceza olarak veren kafaya bir şey de anlatamazsın. bir de para veriyorsun üstüne. zaten bayılmıyor okumaya, iyice soğuyup gidecek ya. kim bilir ne verdiler okusun diye? hakkaten ceza gibi bir kitaptır kesin.

e: ya ne yapayım, eve yakın, çalışıyorum, yarım günlük okula yollayamam, bütçe de ancak bu okula yetiyor.

y: vardır belki yakınlarda daha düzgün bir yer. bilmiyorum, iyi düşün.

*
memleketimden kitap okuma cezası hikayeleri:


Tuesday, May 14, 2013

anne bunu nasıl yapıyor?

bugünkü okul nöbetimde bana yarenlik eden kitap: anne bunu nasıl yapıyor? son derece hafif, kısa kısa bölümlerden oluşan bir öğüt kitabı. şu anda tam da ihtiyacım olan şey. kendimi çok zorlanmadan elimdeki kitaba vereyim, yarım günlük okula alışma mesaimi sıkılmadan geçireyim, tam bak bensiz ne güzel takılıyor derken "anneee!" diye kopan çığlıkla hayalkırıklığına uğramayım, günlük hayatında olmadık zorluklarla karşılaşan tek anne bak ben değilim gibi ihtiyaçlarımı başarıyla karşılıyor. 


okula alışmaya çalışan rüya'nın yanında annesi var, peki onu okula alıştırmaya çalışan annesinin yanında? benim de yanımda onur olsaydı, bir arkadaşım olsaydı bari ama kimse yok tabii. ben bebek miyim, çocuk muyum, ergen miyim, değilim ben yetişkinim, anneyim, 2 çocuklu anneyim hem de. büyüdüm. kimseye ihtiyacım yok. 1000 kaplan gücündeki enerjimle her şeyin üstesinden gelebilirim. gelebilirim değil mi? pek sanmıyorum çünkü gelemiyorum.

hayatımın her döneminde olduğu gibi kitaplara dayanıyorum bugünlerde de. insana iyi gelecek bir kitap her zaman var, arayıp bulmak lazım. bu kitabı normal şartlar altında yeni çıkanlar arasında görmüş olsam, ebeveyn kitaplarına duyduğum ilgi epeydir sönmüş olduğundan hiç ilgimi çekmeyebilirdi, raftan alıp içine bakmayabilirdim ama tam da elimdeki bahçe annesi kitabım bitmek üzereyken bir yenisini görünce gözlerim parladı. mutlaka alın okuyun demiyorum, sadece benim karşıma doğru zamanda çıktı, onu söylüyorum.

belki bir postu sırf rüya'yı okula alıştırırken okuduklarıma ayırabilirim, o zaman bu ilk kopuş sürecinde nasıl bir tünelden geçmekte olduğumu daha iyi anlatabilirim. aslında alışma işi ikimiz için de fena gitmiyor; heyhat dakka 1 gol 1, rüya'nın okula başladığı bu yemyeşil bahar ayında, hiç beklemediğimiz anda bizi vuran bir hastalık hikayemiz oldu bile. onu da sonra anlatırım.

*

kitabın "çocukların hatırladıkları" başlıklı bölümünden:

çocuklarınıza bakmak için her gün yaptığınız şeyleri ve büyüdüklerinde hayatlarıyla ilgili neyi hatırlayacaklarını hiç düşündünüz mü? ...
...

... annemin hiç haberi yoktu ta ki 38 yaşındaki kardeşim bugün bile ne zaman yulaf kokusu alsa soğuk kış sabahları ailecek mutfakta oturmalarımızı, annemin kahkahalarını ve sevildiğini hissedişini hatırladığını söyleyene kadar.

yani biz anneler yaptığımız hangi küçük şeyin çocuklarımızın kalplerinde bir hatıra yaratacağını asla bilemeyebiliriz. çocuklarımızla vakit geçirmek ya da evle ilgili güzel hatıralarla okula göndermek için bir şeyler yapıyoruzdur belki. çabalarımızın vakit kaybı olduğunu düşündüğümüz birçok zaman olabilir, yani çabalarımızı kimsenin fark etmediğini düşündüğümüz. takdir edilmiş hissetmeyebilir ya da beklediğimiz teşekkürü alamayabiliriz. yine de bu küçük şeyleri yapmaya devam ederiz, belki de bugünün çabalarının yarının geleceğine ve muhtemelen yaşam boyu hatırlanacak bir anıya dönüşebileceğini biliyoruzdur.

Her gün çocuklarımın hatırlayacağı bir tecrübe yaratma fırsatı vardır.

Thursday, May 9, 2013

daha dün annemizin (anaokulunda ilk günler)

bugün: şimdi okullu olduk. mu acaba?


okula alışmada 4. günü devirdik. önce bugünkü izlenimlerim. hemen arkasından okuyacağınız yazıyı pek parlak geçmeyen 2. ve 3. günlerin ardından yazmıştım. bugünse güzeldi, dolayısıyla daha iyimser ve rahatım; iyi ki başladık modundayım. ancak mehter modeli bir şey okula alışmak; bir gün süper geçti derken ertesi gün ipler kopabilir, tam oldu derken kendinizi birden filmin en korkunç sahnelerinden birini yeniden izlerken bulabilirsiniz. okulun ilk günlerinde ayarlar çocuk için çok ince, pamuk ipliğine bağlı. yanlış bir sözcük, minicik bir hareket bir çuval inciri bir saniyede berbat eder. bundan 35 sene önce anaokuluna başladığımda benim için öyleydi, 6 sene önce cem için öyleydi ve bugün rüya için de böyle bu.


bir çocuk ilk defa evinden ayrılarak düzenli olarak tek başına gitmesi beklenen yeni yere, orada ilk defa gördüğü büyük ve küçük insanlara güvenmeden alışamaz. nasıl alışsın, ben de alışamam. tek fark, kendimi orada rahat hissedene kadar içerde patlayıp duran yanardağın lavları benim içimde kalır, çocuğunki dışarı taşar. alışmak için gerekli olan güvenin tesis edilmesi için her çocuğun karakterine (+ anasının bu dönemdeki hal, tavır ve ruh hallerine) ve okulun bu dönemdeki tutumuna bağlı olan bir zaman dilimine ihtiyaç vardır. okul da bugün olduğu gibi size destek olmaya başlamışsa er ya da geç bu iş olacaktır. acele işe şeytan karışır cümlesinin bundan daha cuk oturacağı az durum biliyorum.

aslında alışma günlerini günbegün not etmek çok faydalı olurdu çünkü hem çocukta hem de annede çok ilginç ruh halleri ve dalgalanmalar oluyor bu dönemde. sık sık kendi çocukluğuna, okula başladığın o meşum güne, çocuğun bebekliğine, doğum anına ve işte hayatının değişik dönemlerine ışınlanıp ışınlanıp geri dönmeler, sabahları okul kapısında vedalaşan annelerle çocukları izlerken dolan gözler, neler neler, ne fırtınalar kopuyor içimde bilseniz. rüya'nın diğer çocuklarla kaynaştığı, oynadığı, konuştuğu anlar ise benim için en sürreel sahneler şu anda.

bugün çok tatlı bir kız çocuğu, ben bankta mal gibi oturmuş koşturan çocukları izlerken, birkaç gündür sürmekte olan okul nöbetimin verdiği aşinalığın sayesinde yanıma yaklaşıp

- senin oğlun nerde, oğlun?

diye sordu. rüya'yı yolda belde gören herkes erkek zannediyor doğduğundan beri. kızın sorusu içimi eritti. o anda ona sarılmamak için kendimi zor tuttum. biraz ötede kendi başına takılan rüya'yı gösterdim, koşarak yanına gitti. konuşmaya başladılar. kız rüya'nın tişörtündeki pullara dokundu ve sonra tekrar yanıma geldi, tam önümde durdu, yüzüme bakmaya başladı.

yasemin: sen oğlun demiştin ya, o aslında benim kızım
kocaman mavi gözleri büyüdü:
- o senin kızın mıydı?
- evet, tişörtüne baktın değil mi sen onun? ben de senin elbisene hayran kaldım. (ahh elbise giyen çıtıpıtı kız çocukları da var bu hayatta)

*

2 gün önce: alışmak sevmekten daha zor geliyor

rüya anaokuluna başladı demiştim. 3 yarım gün işte ama alışsın diye bu hafta her gün gidiyoruz. aslında içim çok rahat değil. sıcak yaz günlerinde çok bunalacağımızı düşünerek girdim bu topa ama doğrusu kızımı okula yollamayı pek de istemiyordum, doğruya doğru. ağustos'ta okulu tatil. mayıs, haziran'ın yarısı ve temmuz boyunca gidecek. bu arada cem'le ikimize biraz başbaşa vakit + cem'e evde rüya'nın müdahaleleri olmadan geçirebileceği 3 yarım gün, rüya'ya da güzel bir bahçede yaşıtlarıyla doyasıya oyun imkanı diye düşünmüştüm ama bakalım nasıl olacak? zira şu an alışma evresindeyiz.

bu alışma dönemi benim için rüya için olduğundan daha zorlu bir dönem. kuşun kanadındaki yelden, havadaki nemden ve bilumum hareketlerden hemmen etkilenen hassas ve alercik ruhum yıpranıyor a dostlar. çünkü bu işler sosyallik işleri, her gün kamfırt zonumun dışında, okulda epey bir zaman geçiriyorum. zor işler bunlar benim için. hayır, bulup bulabileceğim en bizim kafaya uygun ve tanıdık yerdeyim. karışılacak görüşülecek bir şey yok, karışmıyorum da zaten. bir okulu bulup tamam diyene kadar bin dereden su getirdiğim doğru ama ondan sonra her şeyi yakın takip etsem de, ona buna karışmak, şurası şöyle, burası böyle diye yakınmak, şurası yetersiz, armudun sapı, üzümün çöpü demek adetim değil. artısı ve eksisiyle her şeyini bilerek kabul etmiş, çocuğumu kaydettirmişimdir, artısı eksisinden bence fazladır, daha iyisi de yine bence yoktur. konu kapandı, bu kadar. okulun veli müdahalesine açık olmayanını tercih ederim zaten. baştan bana ne vaad ettiyse onu sunsun, veli öyle istedi diye bir gün onu, sonraki gün bunu değiştirmesin. ama şu anda içim pır pır. tam alışıyorken ya yanlış bir hal vuku bulur da rüya aniden ortamdan soğursa diye kafamda yazıp duruyorum bir şeyler. düşününce ne kadar gereksiz. cem de buranın karşıdaki şubesine gitmişti. bildiğim, tanıdığım, güvendiğim, sevdiğim yer işte. bahçe de kocaman, daha ne?

amaaaan aslında ortalıkta 4+4 münasebetiyle olduğunu tahmin ettiğim "2 çok geç" rüzgarları çoktan esmeye başlamış olsa bile bana sorarsanız bu yaşta (rüya eylül'de 3'ü dolduracak) hala en güzel yer ev valla, bir de bahçe ve çocuklarla yaşıt çocuklar olsaydı apartmanda. şu büyük şeherde, aralarında yaş farkı olan iki apartman çocuğuyla yaz tatili geçirme işi yok mu? cem yaz okulu sevmez, hiç gitmedi, bir kere bile. hak vermiyor değilim ona, kış okulu yetmedi mi? cem de bencileyin evcil insan, hiç sıkılmaz evde. burcu yengeç olanlar evcimen olur derler, doğru olabilir, cem yengeç, ben değilim gerçi. rüya ise pek çekmemiş bize. kış okulunda ne yapar bilinmez ama şimdiden yaz okullarının gediklisi olacak gibi bir hali var.

bütün bunları az önce okuduğum bir cümle için yazdım aslında, bugünlerde aklımda yanıp sönen bir cümleymiş, okuyunca anladım: Bir anne, kendisinden başka kimseye güvenemez. bugün bu okul işi yüzünden derin bir güven bunalımına hapsolmuş durumdayım, yarına geçmesini umuyorum. muhtemelen gereksiz ve kendi kendime yarattığım bir bunalım ama gerekli de olabilir. yazının konumuzla ilgisi yok ama belki vardır, neden olmasın? neyse. cümle şu yazıdandı.

bu da geçer ya hû

*

guşu yuvadan hafif hafif uçuruyoruz. bu da büyüdü, iyi mi?

Thursday, May 2, 2013

Okul Dışı


okul yıllarında okuyup sevdiğim bir şiire, yıllar sonra 19 nisan 2013 tarihli saatli maarif takvimi sayfasında yeniden rastladım. o zamanlar ortaokulda öğrenciydim, şimdi mutfakta küçük kızını yazın anaokuluna gönderip göndermeyeceğine karar vermeye çalışan iki çocuklu anne. şiirse hala ilk okuduğum günkü kadar güzel.

Okul Dışı
Bakın şimdi şu sayacağım şeylerin
Okulu yok
Gökyüzünde rasgele bir bulut parçası için
Körükörüne tutkunluğun
Ağacın birine durup dururken abayı yakmanın
Sigara içmekten
Kibrit çakmaktan alacağınız keyfin
Okulu yok
Yaz geceleri cırcır böceklerini
Dinlemeyi bilmenin de okulu yok
Okulu yok ekmeği peyniri domatesi
Küçümsememenin
Sözün sazın oyanın yazmanın
Halisini seçmenin
Daha buna benzer nice
Nice şeyin okulu yok
Aşkın inancın insanlığın okulu yok
Ama dilerseniz hepsini öğrenebilirsiniz.
Sabahattin Kudret Aksal

Friday, March 29, 2013

okullar ve filmler


Okullar çocuklar iyi öğrenebilsinler diye değil, öğretmenler rahat öğretsinler diye tasarlanmıştır. Çocukların konuşmaları, düşünceleri, duyguları ve hareketleri öğretmenleri rahatsız eder, dolayısıyla okullar cezaevleriyle benzer mimaride yapılırlar ki, bütün bu şeyler ziyadesiyle yasaklanabilsin…
Leo Tolstoy
*
bu hafta şu filmi izledim, okul cezaevi benzetmesi filmde de geçiyordu. okullar üzerine düşünmek isteyenlere önerebilirim. 


aynı şey değil tabii ama filmdeki annelerin girişimi bana biraz bbom'u hatırlattı. 

*
film demişken aklıma gelen ve yukardakinden önce  izlenmeyi hak eden filmler var:




Elephant







L'argent de poche (original title)

bu filmden daha önce burda bahsettim:http://cemuyurken.blogspot.com/2008/06/okulun-son-gn.html

Entre les murs (original title)

aklıma gelenler. ekleyecekleriniz varsa yazın böylece ben de izlemediklerimi izlemiş olurum.


* film isimlerine tıklarsanız imdb sayfalarına gidersiniz.
*anasınıfı

Wednesday, January 9, 2013

gunun sozu

"Idleness, indifference, and irresponsibility are healthy responses to absurd work" [or worksheets] 
Frederick Herzberg

Monday, October 29, 2012

ben kendimde bir şey farkettim

cem'in okulunda her sene sınıflar karıştırılıyor ve sınıf öğretmeni değişiyor. bunu duyanlar alışkın olmadıkları için hemen "aaa kötüymüş" diyorlar, belki ben de ilk duyduğumda böyle düşünmüşümdür ama şimdi 3. senede, bunun zannedildiği gibi kötü bir şey olmadığını biliyorum. bir kere cem'in bu sayede kendi dönemindeki hemen her çocukla aynı sınıfta olma, arkadaş olma şansı var. gerçi o 1. sınıfta tanıyıp yakınlaştığı 3 arkadaşıyla takılmaya devam ediyor. dördü şanslarına, geçen yıl da aynı sınıftaydılar ama bu yıl her biri başka şubelere dağıldılar. buna rağmen teneffüslerde sürekli birbirleriyle oynamaya devam, okul dışı buluşmaları da yine birbirileriyle yapıyorlar yani şubeler ayrıldı diye arkadaşlar ayrı düşmediler.

cem ve üç yakın arkadaşı geçen yılki sınıf öğretmenlerini pek sevmemişlerdi. çocukların anlatttıklarına bakılırsa bu öğretmen sinirliydi, kızınca avazı çıktığı kadar bağırıyor, sert konuşuyordu, bazen de sevecen öğretmen rolü yapıyordu (gerçekten sevecendiyse bile bizimkileri pek ikna edememiş anlaşılan) oysa 1. sınıf öğretmenlerini dördü de iyi anıyorlardı. bu yıl hepsi de farklı şubelerde olan arkadaşları öğretmenlerini nasıl buldular bilmiyorum ama cem bu yılki öğretmenini çok sevdi.


sınıf öğretmenleri dışında bir de branş öğretmenleri var: müzik, beden eğitimi, sanat, satranç, basketbol koçları, aikido hocası, rehber öğretmen... bu öğretmenlerin arasında da öne çıkanlar var, cem çok kayda değer bir şey olmadıkça bahsetmez ama satranç öğretmeninin cem için biraz daha özel bir yeri olduğunu biliyorum.



bu sabah onur'la mutfakta kendimizce önemli konulardan konuşurken cem ile rüya yerde oynuyorlardı. ben aslında içeri gitmelerini istiyordum çünkü o zaman daha sakin ve dağılmadan konuşabilecektik ayrıca bazı konuları çocuklar yanımızda diye ayıklamak ya da sansürlemek zorunda kalmayacaktık. cem'in konuştuklarımızın her kelimesini dikkatle dinlediğini biliyordum. cem konu ne olursa olsun konuştuklarımızı dinler. yetişkin dünyasını, kararların, yargıların nedenlerini niçinlerini merak eder, konuşulanları anlamadığı anda oyunu bırakıp neden öyle, o ne demek, sen ne demek istedin diye sorar. bugün de artık söylediklerimizden hangisi ona bunu çağrıştırdıysa, bir anlık boşluktan yararlanarak araya girip 

"ben kendimde bir şey farkettim; eğer bir öğretmen iyiyse ben de daha iyi oluyorum." dedi.


bu sözünü çok tuttum, kendisinde bunu şimdiden farketmiş olmasına da çok sevindim. ne kadar doğru, karşımızdaki insan kim olursa olsun, bize karşı iyiyse, biz de daha iyi bir insan olmaz mıyız? hele çocuklar için öğretmenlerin, anne-babanın kendilerine karşı tavırları ne kadar önemli.


cem'in bunu farketmiş olmasında, anaokulundan beri her yıl değişen sınıf öğretmenlerine ek olarak satrancın onun özel ilgi alanı haline gelmesinde ve bu sayede okul takımına girmesinde önemli rolü olan satranç öğretmeninin payı var. çocuğumuzun (ve ilişkide bulunduğumuz diğer insanların) davranışlarından yakınmadan önce dönüp kendi tutumlarımıza göz atmak için iyi bir hatırlatma oldu cem'in sözleri bize bu sabah.

Friday, June 8, 2012

okulun son günü

truffaut'un ışıl'ın tavsiyesiyle izlediğim 1976 tarihli filmi l'argent de poche'nin son sahnelerinden birinde okul tatile girmeden önce, öğretmen sınıfta bir konuşma yapıyor. konuşmayı filmin altyazısından aktarıyorum.

"...
çok zor bir çocukluğum oldu. julien kadar trajik olmasa da zordu. bir an önce yetişkin olmak için sabırsızdım çünkü erişkinler tüm haklara sahipti. hayatlarını istedikleri gibi yürütüyorlardı. mutsuz bir yetişkin başka bir yerde hayatına sıfırdan başlayabilir ama mutsuz bir çocuğun böyle bir düşüncesi olamaz, mutsuzluğunu hisseder ama ona bir ad koyamaz ve ona ızdırap çektiren ailesini veya diğer yetişkinleri bundan sorumlu tutamaz. mutsuz bir çocuk, ezilmiş bir çocuk kendini hep suçlu hisseder ve esas korkunç olan budur. dünyada var olan tüm haksızlıklar içinde çocuklara dokunan haksızlıklar en iğrenç, en adi ve en haksız olanlardır. dünya adil değildir ve asla olmayacaktır ama daha fazla adalet elde etmek için mücadele etmek gerekir. bunu yapmak gerekir. bir şeyler değişiyor ama yeterince hızlı değil. politikacılar, bizi yönetenler konuşmalarına hep "hükümet tehdide boyun eğmeyecektir." diye başlarlar ama gerçekte hep tersi olur. tehdide hep boyun eğerler. reformlar sadece güçlü bir şekilde talep edildiğinde gerçekleşir.

birkaç yıldır yetişkinler anladı, işyerlerinde alamadıkları haklarını sokağa çıkarak elde ediyorlar. bütün bunları anlatmamın nedeni size şunu göstermek için: yetişkinler isterlerse hayatlarını, kaderlerini değiştirebiliyorlar ama tüm bu mücadelede çocuklar unutuluyor. gerçekten çocuklarla ilgilenen hiçbir siyasi parti yok ve bunun da bir nedeni var çünkü çocuklar oy veremezler. eğer çocuklara oy hakkı verilseydi daha çok kreş talep edebilirdiniz, istediğiniz şeyi talep edebilirdiniz çünkü milletvekilleri oylara talipler. mesela kışın gece karanlığında okula koşmaktansa okula bir saat geç gelme hakkı elde edebilirdiniz.

size bir de şunu söylemek istiyorum. gençliğime dair pek iyi bir hatıram olmadığı ve çocuklara gösterilen tutumdan hoşnut olmadığım için bu işi yani öğretmenliği seçtim. hayat kolay değil. zorlukları aşabilmek için güçlü olmayı öğrenmemiz çok önemli. dikkat edin size güçlenmek dedim katılaşmak demedim. zor bir çocukluk geçirenler korunmuş ve çok sevilmiş çocuklara nazaran yetişkin olunca hayata daha hazırlıklı ve daha güçlü oluyorlar. bu bir telafi yasasıdır. hayat zordur ama ona düşkün olduğumuz için de güzeldir. grip yüzünden evde yatmak zorunda kalınca bir anda dışarda olma isteğinizin farkına varırsınız. gezmek istersiniz. o zorunluluk sayesinde hayatı sevdiğinizi anlarsınız.

şimdi hepiniz tatile gideceksiniz. yeni yerler keşfedip yeni insanlarla tanışacaksınız. sonbaharda okullar açılınca hepiniz bir üst sınıfa geçeceksiniz. gelecek yıl sınıflar karma olacak. göreceksiniz zaman hızla akıp geçiyor ve bir gün sizin de çocuklarınız olacak. umarım onları seversiniz, onlar da sizi severler. tabii siz onları severseniz onlar da karşılığında sizi severler. eğer çocuklarınızı sevmezseniz onlar da sevgilerini, şefkatlerini başka insanlara veya başka şeylere yönlendirirler. çünkü hayat böyledir! sevmeden sevilmeden yapamıyoruz.

hadi çocuklar. okul bitti. size iyi tatiller!"

Monday, March 26, 2012

siz ne zaman tutuklanacaksınız?




Poşu taktığı için "terör örgütüne üye olmakla" suçlanan ve 25 aydır tutuklu olarak yargılanan Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Fakültesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül için tahliye kararı verildi.

Wednesday, March 14, 2012

leventname'den

bir önceki postta bahsettiğim leventname'den 6 eylül 1956 gecesine (6-7 eylül olayları) dair:

"Dokuz yaşındayken insandan korktum. Annemle oturduğumuz evin kapalı kepenklerinin arkasından gizlice gözetlediğimiz elli altmış kişi evimize saldırıp saldırmamaya karar veremiyordu. Neyse ki, o gün ilkokul öğretmenimizin sınıfta hepimize bellettiği "kıbrıs türktür" ibaresini bahçede duran otomobilimizin üstüne beyaz tebeşirle yazmıştım. gittiler başka yerleri yağmaladılar."

Devletlerin çocukları biçimlendirmek için yazdırttığı tarih kitaplarımızda düşman hep yabancıdır. Oysa biliriz ki yabancılardan değil en çok kendi devletlerimizden çekmişizdir. Düşüncelerinden ötürü işkence görenler, faili meçhul cinayelere kurban gidenler, asılanlar, hapislerde yatanlar, gündelik yaşamlarında aitliklerini gizlemeye mecbur hissedenler, istemedikleri halde emredildi diye askere gidip öldüren ve ölenler, yabancılardan değil, devletlerinden çekmiştir.

sf.45

*
Gündüz Vassaf 1946 doğumlu olduğuna göre aşağıda bahsettiği dönem 1950ler olmalı. Ben 80'lerde ilkokula giderken durum benzerdi. Bugünkü eğitim anlayışına baktığımızda, aradan geçen 60 seneye rağmen değişen pek bir şey olmadığını görüyoruz. Beton bahçeli okullar, yarışlar, itaat beklentisi... 

Bilgiyi sorgulayacağımıza, öğretmenin sorgulanmaz olduğunun örneğini Erenköy Kız Lisesinde öğretmenlik yapan annem anlatmıştı. Öğrencisinin güneşin yapısıyla ilgili sorduğu soruya sınıfta "Bilmiyorum" diye cevap veren annem dersten sonra öğretmenler odasında meslektaşlarına sormuş aynı soruyu. Odada bulunan müdür, "Sen öğrencilerimizin önünde bir şeyi bilmediğini nasıl söylersin cahil kadın" diyerek işine son verip başka bir okula naklettirmiş.

Levent'te beynimize zikredilen kalıplar gibi bahçesine de baştan aşağı beton dökülmüş ilkokulda, öğretmenimi memnun etme yarışında sınıf sonuncusu olmuştum. "Yarış", okul müdürünün beni odasına çağırıp eğitim felsefesini anlatırken ayakta dinlettirdiği konuşmasının anahtar kelimesiydi. Eğitimde amaç birinci olmaktı. (...) Müdürün tespit ettiği yarışta sonuncu olma halim, yaz tatili yaklaşmasına rağmen okumayı öğrenmememden, ders kitaplarımızdaki Ali'nin topu tutup tutmamasının ilgimi çekmemesinden kaynaklanıyordu.

sf.49

Wednesday, March 7, 2012

dışarı çıkın

geçen hafta cem'i okuldan almış eve dönerken yanımdan geçen bir adam, pusetteki rüya'ya baktı ve "ağzını ört bebeğin" diye buyurdu, yüksek sesle, sert bir şekilde. durdum, dönüp baktım. elimin ne oluyor anlamında havada olduğunu görünce, daha sakin bir tonda "hava çok soğuk, çocuk üşür" diye açıkladı. alışkın olduğumuz durumlar bunlar. kış, soğuk diye bebeği eve tıkmadığımız için ilk işittiğimiz sözler de değil ama en cüretkarıydı diyebilirim. söylenecek bir şey olmadığı için yoluma devam ettim.

her gün rüya ile birlikte cem'i okuldan almaya gidiyoruz. eldiven-atkı-battaniye gibi şeyler olmadan; yürüyerek; ağız, burun, yüz, bacak örtmeden. bazen elleri morarıyor rüya'nın, ayakları botların içinde buz gibi oluyor ama işte hastalanmıyor. soğuk yüzünden hastalanılmıyor. cem bebekken de her gün çıkardık, o da anaokuluna başlayana kadar hastalanmadı. ikimiz semt parkının yalnız müdavimleriydik. (evren'in notu: Hasta yapan kesinlikle soğuk değil, kapalı ve kuru ortamda daha kolay yayılan virüsler. Bir de her şart her koşulda dışarı çıkmak kadar yararlı olan bir şey de toprakla haşır neşir olmak, 'kirlenmek' :))

yankı yazgan'ın aşağıya alıntıladığım yazısını okurken geçen haftaki bu olay geldi aklıma. çevremdeki hemen herkes çocuğunu, bebeğini soğuktan korumak için çabalıyor, arkadaşlarım dahil. "tabii soğuk olduğu için çıkamıyoruz.", "kış bebeği olduğu için..." çok söyledim, bir daha söyleyim, soğuğun bebeğe, çocuğa bir zararı yok. ayrıca türkiye, dünyanın en soğuk ülkesi falan değil; buradan çok daha soğuk ülkeler var ve oralarda yaşayan insanlar çocuklarını hayata dahil etme konusunda bizim gibi tutukluk yapmıyorlar. 

cem'e günün belli bir bölümünün muhakkak bahçede geçirildiği bir anaokulu bulana kadar ne çok uğraşmıştım. kışın bahçeyi neden kullanmadıklarını sorduğumda, sebebin velilerin karşı çıkması olduğunu söylüyorlardı. çoğu pedagog olan okul yöneticileri, açık havanın, bahçede oynamanın çocuklar için gerekli olduğunu bildikleri halde, müşteri kaçmasın diye çocukları tüm gün kapalı mekanda tutuyorlardı. gördüğüm hemen her okul bu durumdaydı ama sonunda bahçenin günlük programın parçası olduğu bir yer bulabilmiştim. oysa kışın kapalı mekanlarda hapsedilen çocuklar azıcık dışarıya çıkarılsa, hem çocuklar hava alsa, hem de o mekanlar biraz havalandırılsa. 


çocuklarının bağışıklığı için aşılarını (ki o da çok araştırmaya değer bir konu.) hiç sektirmeden yaptıran çoğu aile, onları kışın alışveriş merkezleri dışında bir yere çıkarmıyor. soğuktan köşe bucak kaçırılan çocuğun gönül rahatlığı ile alışveriş merkezine götürülmesi ise oldukça ilginç. tabii bağışıklık işin sadece bir yönü, çocuğun açık havaya, gün ışığına olan ihtiyacı, parkta oynaması, kediyi, kuşu, arabayı, yolu, ağacı, sopayı, otu, taşı, başka çocukları görmesi... bunlar da gerekli. palto, aakka (ayakkabı), şakka, rüya'nın ilk kelimelerinden; dışarı çıkmak onun için çok önemli ve heyecan verici. çıkıyoruz dediğimiz zamanki sevincini görmeniz lazım. her çocuk sever gezmeyi. kış bitmeden evvel, çocuklarla her gün dışarı çıkma konusunu bir kez daha düşünmek lazım.


*
...
"Ama üşüme (daha doğrusu çocuğu üşütmeme) ülkemiz anne-babaların performans kriterlerinden birisidir. Çocuğunu sarıp sarmalayıp mümkünse temiz hava ile hiç karşılaştırmadan askere yollayan ya da gelin eden, hayat boyu hiç üşütmeyen anne-babaların gururla sokakta dolaştıklarını görürüz.

İkinci önemli performans kriteri de çocuğu üzmemektir ('Ü'lere dikkat). Çocuk üzülmesin diye yaptıklarımızı düşünün. En bohem olanlarımız bile anne-baba olmadan önce 'hayatta yapmayız' dediklerini bu gerekçe ile gerçekleştirirler.

Aç bırakmamak ölçütüne 'ü' harfi ile başlayan bir kılıf uydurduğumda değinirim. (...)

Üzme, sevindir

Anne-babaların çocukların yetişkinlerle ilişkilerinde en çok hangi hedef-duygu güdüleyici, yön vericidir? Ilişkide sevindirmek mi, üzmemek mi ağır basmalı?"


Thursday, May 5, 2011

HRANT

bugünlerde tuba çandar'ın hrant kitabını okuyorum. en yakınlarının anlattıklarından ve kendi yazdıklarından hrant'ı tanıyorum. bu etkileyici yaşam öyküsünü, kitabın müthiş kurgusunun da sayesinde elden bırakmadan okumak istiyor insan ama ne mümkün, günlük işler sürekli bölüyor okumamı. buraya pek uğramadıysam, biraz da sadece kendim için yakaladığım kısıtlı vaktimi kitaba ayırdığımdan. şimdi bir alıntı yapıp okumaya döneyim:

"... şöyle bir düşünün Allah aşkına. Kaçta kaçımız hayatta istediğimiz, sevdiğimiz bir dalda eğitim görebildik, yüzde kaçımız mecburen bir yer kazanmış olduğumuz için okumak zorunda kalmadık?


Haydi kendimi ve benim kuşağımı bıraktım ama bu açıdan sanıyorum üç çocuğuma da muhtemelen büyük özürler borçluyum. Hem kendi adıma hem de onları teslim ettiğim eğitim sistemimiz adına. Bu özrün ezikliğini şimdi küçük kızımı yüksek okulda görsel tasarım bölümüne kaydettirdiğimizde çok daha fazlasıyla yaşadım. Meğer fotoğrafçılık hayatta en sevdiği ve arzuladığı alanmış. Yuh olsun bana ve onu teslim ettiğim eğitim sistemine ki onun bu eğilimini erken yaşlarda yakalayamadık ve önünü açmadık. Fark etseydim eğer ona fotoğraf kitapları almaz mıydım her fırsatta. Ona yeni yeni makineler taşımaz mıydım her doğum gününde. Onun elinden tutup da Ara Güler ustanın yanında yeri süpürmesi için çırak vermez miydim?


Yuh olsun bana, yuh olsun bizlere!" (sf.276)