Hayatta başarılı olmak için gerekli ve yararlı öğreti ve pratiklerin zayıf bir kurgu içinde verildiği kitap. Kurguya çok odaklanmazsanız, mesajı alıp Hayatta başarılı olmak için gerekli ve yararlı öğreti ve pratiklerin zayıf bir kurgu içinde verildiği kitap. Kurguya çok odaklanmazsanız, mesajı alıp geçerseniz fena değil. ...more
İncil'de geçiyormuş: As a man thinketh in his heart so is he. Hayatımda bundan daha aydınlatıcı çok az şey duydum, bildim. Bir insan kelimenin tam anlİncil'de geçiyormuş: As a man thinketh in his heart so is he. Hayatımda bundan daha aydınlatıcı çok az şey duydum, bildim. Bir insan kelimenin tam anlamıyla ne düşünüyorsa odur, karakteri tüm düşüncelerinin toplamıdır. İnsan kendisi tarafından yapılır ya da bozulur.
"Nasıl ki bitki tohumdan çıkar ve tohum olmadan var olamazsa, insanın her davranışı da gizli düşünce tohumlarından doğar ve onlar olmadan ortaya çıkamaz. Bu, 'spontane' ve 'düşünülmemiş' olarak adlandırılan eylemler için de, kasıtlı olarak gerçekleştirilen eylemler için de geçerlidir."
"Zihne ekilen veya düşmesine izin verilen ve orada kök salan her düşünce tohumu, er ya da geç bir eyleme dönüşür ve kendi fırsat ve koşul meyvesini verir. İyi düşünceler iyi meyve, kötü düşünceler kötü meyve verir."
Kitap New York'ta kiraların 65 dolar olduğu zamanlar yazılmış :) Büyük buhran sonrası, genel bir endişe döneminde yazar 20 yıllık çalışmasının sonucu Kitap New York'ta kiraların 65 dolar olduğu zamanlar yazılmış :) Büyük buhran sonrası, genel bir endişe döneminde yazar 20 yıllık çalışmasının sonucu kişisel başarının anahtarı olacak adımları ve alışkanlıkları ortaya çıkarmaya çalışmış. Carnegie, Ford, Edison gibi dönemin en ünlü zengin mucitlerin hayatları araştırılarak başarının ve zenginliğe ulaşan yolun gereksinimleri üzerinde durulmuş.
Genel olarak insanlar başarının ve zenginliğin şansa ve çok sayıda dış parametreye bağlı olduğunu da söyleyeceklerdir haklı olarak. Ancak sevdiğim bir söz var, "when you leave it to chance, then all of a sudden you don't have any more luck". Bu işte tek kriter şansmış gibi hareket eder, kafa yapımızı ona göre oluşturursak başarının ve zenginliğin gelmeyeceğini söylüyor Hill. Amaç, arzu ve inanç gibi diğer önemli gereklilikler üzerinde düşünmek ve asıl olarak da kafa yapımızın bize getirdikleri, bizden götürdükleri üzerine kafa yormak için de bu kitabı yazıyor. İlginç bir şekilde daha önce okuduğum 2-3 kitapla da sanki konuşuyor gibiler, özellikle "As a Man Thinketh" ile.
Birkaç alıntımı buraya da alayım:
- Success comes to those who become success conscious. Failure comes to those who indifferently allow themselves to become failure conscious.
- Every person who wins in any undertaking must be willing to burn his ships and cut all sources of retreat. Only by so doing can one be sure of main-taming that state of mind known as a burning desire to win, essential to success.
- Accumulation of money cannot be left to chance, good fortune, and luck. One must realize that all who have accumulated great fortunes, first did a certain amount of dreaming, hoping, wishing, desiring, and planning before they acquired money.
- “The greatest achievement was, at first, and for a time, but a dream.”
- Faith is the strongest, and most productive of the emotions.
- Knowledge will not attract money, unless it is organized, and intelligently directed, through practical plans of action, to the definite end of accumulation of money.
- Many people make the mistake of assuming that, because Henry Ford had but little “schooling,” he is not a man of “education.” Those who make this mistake do not know Henry Ford, nor do they understand the real meaning of the word “educate.” That word is derived from the Latin word “educo,” meaning to educe, to draw out, to develop from within.
- Any man is educated who knows where to get knowledge when he needs it, and how to organize that knowledge into definite plans of action.
- The person who stops studying merely because he has finished school is forever hopelessly doomed to mediocrity, no matter what may be his calling. The way of success is the way of continuous pursuit of knowledge.
- I am also trying to emphasize another point, namely, that both success and failure are largely the results of habit!
- Most ideas are stillborn, and need the breath of life injected into them through definite plans of immediate action.
Parasal konularda yaptığımız hatalar, finansal piyasalarda değişik ve önemli rollerde uzun seneler mesai harcamış, hatta bir dönem SPK başkanlığı da yParasal konularda yaptığımız hatalar, finansal piyasalarda değişik ve önemli rollerde uzun seneler mesai harcamış, hatta bir dönem SPK başkanlığı da yapmış Attila Köksal tarafından Türkiye’de finansal okuryazarlığın artmasına katkıda bulunmak amacıyla yazılmış.
Kitabın ilk kısmı bilişsel hatalara ayrıldığı için Kahneman ve Thaler okuyanlar burada yeni bir şey bulamayacaklardır. Sonraki kısım ise bu bilişsel hatalarla ilişkilendirilerek parasal konularda yapılan hatalara ayrılmış. Yazar kendi tecrübelerinden, yer yer gerçek örneklerle anlatımı zenginleştirmeye çalışıyor.
Kitabın kesinlikle kendi parasını kazanmaya başlayan herkes tarafından okuması gereken bir kitap olduğunu düşünmekle birlikte, parasal konularda yapılan hataların en büyük nedenlerinden birinin kişinin ailesinden miras aldığı harcama ve yatırım paternleri ve genel bir umutsuzluk olduğunu düşünüyorum. Yazar bunlara değinmiyor değil bu arada. Ben sadece kendi tecrübemle bunların sanılandan çok daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Tasarruf, birikim, yatırım ve sabır döngüsüne giremeyen gençler çoğunlukla “biriktirsem biriktirsem ayda bu kadar biriktiririm, yılda şu kadar eder, onla da bir şey elde edilmez. O yüzden biriktirmiyor, harcıyorum” kafasında oluyor. Diğer neden ise aileden miras kalan harcama ve yatırım davranışları. Çok kişi gördüm, en iyi okullardan mezun olup parasını “yalnızca” dolara ya da altına çevirip bekleyen. Finansal okuryazarlık desen var, ancak aileden gelen yerleşik inanç ve davranışları “challenge” etmek eğitimle dahi olsa her zaman kolay olmuyor.
Yazarın eklerde verdiği farklı yatırım araçlarının yıllara sair kıyası ve emeklilik fonları hakkında ekstra bilgiler gayet pratik ve yararlı. ...more
Takvimleri 60 yıl geriye 1963 yılına aldığımızda ise bambaşka bir deneyimle karşı karşıyayız. Yazar Annie Ernaux, 60'lar Fransa’sında, özgürlüklerin hemen arefesinde kendi yaşadığı zorlu hamilelik ve kürtaj deneyimleri üzerinden toplumsal ve yasal mevzulara derin bir bakış atarak çarpıcı bir hikaye anlatıyor. Kitapta anlatılanlar, bir kadının hem cinsel hem de toplumsal kimlik arayışı içindeki karmaşık duygularını yansıtıyor. Ahlaki kuralların, tabuların ve yasakların birey üzerinde yarattığı baskı ve sosyal dışlanma korkusunu iliklerimize kadar hissediyoruz kitapta.
İşçi sınıfından gelen ana karakterimiz, ailesinde yüksek öğrenim gören ilk kişidir, aile onu “elle yapılan” tüm işlerden sakınmış ve üniversite okuması için şehir dışına göndermiştir. Ancak o hamile kalarak belki de bu fırsatı yok etme riskiyle karşı karşıya kalır. Henüz 20’lerindeyken babasız bir çocuk doğurmak demek, eğitim hayatının sonlanması ve ev hanımı olması anlamına gelmektedir. Hayatını karartacak bu “hata” karşısında yasaları bypass edecek nüfuza, bağlantılara ya da güce de sahip değildir üstelik: “Somehow I felt there existed a connection between my social background and my present condition. Born into a family of laborers and storekeepers, I was the first to attend higher education and so had been spared both factory work and commerce. Yet neither my baccalauréat nor my B.A. in liberal arts had waived that inescapable fatality of the working-class—the legacy of poverty—embodied by both the pregnant girl and the alcoholic.”
İlginç bir şekilde bekaretini korurken de karşılaştığı sosyal baskı, bu sefer hamile kaldığında ve düşük yapmak istediğinde başka şekilde karşısına çıkar: “Indeed, it was truly a miracle that I hadn’t found myself in this situation earlier. Until last summer, I had succeeded in not going all the way at the cost of considerable effort and humiliation, being branded either a slut or a cock teaser.”
Katı kanunlar, yardımcılar için hapis yatma ve yaftalanma, doktorlar içinse meslekten ihraç korkusu yaratmaktadır. “People judged according to the law, they didn’t judge the law.”
Yazar, işte bu ahval ve şerait altında, hayatını ve geleceğe yönelik hayallerini geri kazanmak için yalnız başına travmatik yürüyüşüne başlar....more
Kitap 5 bölümden oluşuyor. İki, üç ve dördüncü bölümleri ne kadar sevdiysem giriş ve kapanış bölümlerinden o kadar hazzetmedim. Sevdiğimi söylediğim bKitap 5 bölümden oluşuyor. İki, üç ve dördüncü bölümleri ne kadar sevdiysem giriş ve kapanış bölümlerinden o kadar hazzetmedim. Sevdiğimi söylediğim bölümler samimi ve çekici bir anlatımla, anne Şefika'nın hayatına ve dönemin aydınlarına dair anekdotlarla oldukça zengin bir içerik sunuyor. Bu bölümlerde Atatürk dönemine tanıklık eden anılarıyla başlayıp geçmişten günümüze harika bir yolculuk bizlere sunuluyor. Cumhuriyet tarihi diye öğrendiğimiz Alman hocaların üniversitelere gelişi, Menderes dönemi, 27 Mayıs ihtilali, 6-7 Eylül olayları, 80 darbesi gibi birçok tarihi olayın yakından tanığı olarak yazar dönemin ruhunun anlaşılmasında bize ışık tutuyor.
Ancak ilk ve son bölümde ise öğretmenlik huyundan mıdır nedir, yazar aşırı didaktik bir tutum sergiliyor. Hatta bunu da zaman zaman aşıp -sosyalist olduğunu iddia etmesine rağmen- elitist tavırlar sergiliyor. Tipik Türk solcusu diyerek haksızlık etmek istemem ancak sosyalist ve halktan yana olduğunu söyleyen bir aydının ciddi anlamda halkın hiçbir adetine, yaşayış şekline ya da inancına folklörik olarak dahi tahammülünün olmaması ilginç geldi. Halk kitlesi neyi severse, neyi yaparsa bayağı ve pespaye olarak niteliyor. Halkla doğru düzgün bir temas, ya da bu temastan öğrenilmiş, ruha dokunan hiçbir enstantane yok. Aydın takımı halkta yerleşik olana bu kadar düşmanca bir tutuma sahipken bu halkı nasıl kazanacaklardı anlamak güç. Dönemin aydın takımını anlamak için gayet öğretici bir deneyim oldu benim için.
Normalde burada bitirmem gerekirdi ama örneklerle açasım geldi.
Dediğim gibi ilk ve son bölüm dini ve siyasi düşüncelerini açtığı kısımlar olduğu için sürekli bir mesaj verme, sürekli bir kendini ahlaki olarak üstte konumlama, sürekli bir öğretmenlik taslama, sürekli "biz var ya aslında süper hayatlarımızdan fedakarlık edip siz halk yığınları için bir şeyler istiyoruz ama siz ne anlarsınız cahiller" tadında iğnelemeler var.
Bir örnek mesela... Yazar, Afrikalı kabilelerin yaşlılarını yemesini makul buluyor, yaşlılarını kendi benliklerine katıyorlarmış filan. Ama halkımızın mezar ziyaret etmesi anlamsızmış. Çok sevdiği nenesinin mezarına bir kez olsun gitmemiş, çünkü ruhun varlığına inanmıyormuş. Abla sen şaka mısın? Sanıyor ki mezarlık ziyareti yapanlar ölülerinin kemikleriyle hasbıhal ediyor.
Konu çocuk sahibi olmaya geliyor mesela. Kırk saat neden çocuk yapmamamız gerektiğini, evlat edinmemiz gerektiğini anlatıyor. Devam ediyor ve diyor ki aslında çocuk sahibi olmazmış da devlet 40 yaşından önce evlat edinmesine izin vermemiş (Burada devlete saydırmalar filan) Tüh ya bak sen su işe diyorsun, herhalde 40 yaşını bekleyecek öyle evlat edinecek. Yok diyor, devlet yüzünden, devlet 40 yaşından önce evlatlık edinmeme izin vermediği için, çocuk sahibi olmak zorunda kaldım!!! Hem de iki tane. Tamam 40 yaşına gelince gene de evlat edinmiştir herhalde diyorsun, bu sefer de devlet demiş ki "senin zaten kendi çocukların var biz çocuğu olmayanlara izin veririz". Tüh ya gene fırsat kaçtı, gördünüz mü? Niye taksit taksit söylüyorsunuz Mina Hanim evlat edinecekti?
Satır aralarında da yine hep bizim mahalle sizin mahalle karşıtlığı çokça var. Cumhuriyet okuyup memlekete ah vah çekiyor, akşam tv’ye bakıyor bir tur da orada hisleniyor. Ardından sofrasını kurup iki tek atıyor. Ertesi gün devam. Sisifos gibi bir şey.
Gereksiz öğretmenliğine örnek olarak da Türkçeye yabancı dilden alınan sözcüklerin bozularak Türkçeleştirilmesine karşı çıkışını verebiliriz. Neymiş sandalet demeyecekmişiz. Almancası da Fransızcası da sandalmış. O yüzden sandal diyecekmişiz. Biz kim marabalar kelime bozuyormuşuz. Depresyona da deprasyon diyormuşuz, son derece yanlışmış. Abla bizim dilimize öyle geçmiş, biz öyle kabul etmişiz, kollektif hafızamızda böyle yer etmiş, dil yaşayan bir organizma ne yapalım yani? Ne bu gürültü patırtı, en çok ben bilirim benden öğreneceksiniz tavırları. Her şeyden öte bizde sandal kelimesinin başka bir anlamı var.
Daha çok şey var anlatılacak ama denizde Troçki, otelde Sartre, kafede Picasso, baloda Atatürk görülebilen bir dönemde yaşayan şanslı bir insanın anılarının gene de bize anlatacağı çok şey var.
Yaygın yönetim modellerini / yaklaşımlarını tek bir kitapta organize etmesi açısından faydalı bir eser. Özellikle değişime liderlik edilen pozisyonlarYaygın yönetim modellerini / yaklaşımlarını tek bir kitapta organize etmesi açısından faydalı bir eser. Özellikle değişime liderlik edilen pozisyonlarda çalışanlar ya da yönetim danışmanları için referans niteliğinde olabilecek bir kitap. Modellerin, strateji, finans, tedarik zinciri / operasyon, bilgi teknolojileri ve inovasyon gibi ana başlıklarla kategorilere ayrılması, modellerin artıları-eksileri ve hangi durumlarda faydalı olabileceği gibi ek bilgiler hoş olmuş. Ancak yine de her referans kitabı gibi okuması çok çok zor. Yazarlar ne kadar uğraşmış olurlarsa olsun konuyu ilgi çekici hale getirmek mümkün değil. Ben de her an bırakabilirim kafasıyla okudum. Neyse ki bitti. ...more
Lenin’in dinin toplumsal işlevi ve dine karşı sosyalistlerin alması gereken tutumu açıkladığı kısacık bir kitap. Dinin toplumsal işlevi konusunda LeniLenin’in dinin toplumsal işlevi ve dine karşı sosyalistlerin alması gereken tutumu açıkladığı kısacık bir kitap. Dinin toplumsal işlevi konusunda Lenin’in kendinden önceki Marksistlerden farklı bir şey söylediği yok aslında. Kapitalist toplumu köle toplumu olarak niteleyerek bu yapının temel dayanaklarından biri olarak dini niteliyor:
“Bugünkü toplum, tamamen geniş emekçi kitlelerin nüfusunun ufak bir azınlığı; yani toprak sahipleri ve kapitalistler sınıfı tarafından sömürülmesi esası üzerine kurulmuştur. Bütün yaşamları boyunca kapitalistler hesabına çalışan “özgür” işçilere sadece kazanç sağlayan kölelerin yaşamını sürdürmeye, kapitalist köleliğin güvenini ve sürekliliğini sağlamaya yetecek oranda geçim olanağı “tanındığından”, bu toplum bir köle toplumudur.”
“Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cennette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir.”
Ancak dinle mücadele konusunda pragmatik olmayı önererek aktif mücadeleyi reddediyor. Engels’in belirttiğini tekrarlayarak dine karşı savaş açmanın militan dinciliği uyandıracağını ve gerçek hedeften saptırma yaratacağını belirtiyor:
“Engels dine karşı böylesi savaş açmanın “Bismarck’ı geride bırakacak ölçüde Bismarck’cılık” yani Bismarck’ın dine (ünlü Kültür Savaşı-Kulturkampf, 1870’lerde Alman Katolik Partisine, “Merkez” partiye karşı polis kovuşturmasıyla) karşı giriştiği mücadeleyi boşuna tekrarlamaktan başka bir şey olmadığını tekrarlamıştır. Bismarck bu mücadeleyle katoliklerin militan dinciliğini uyarmaktan ve gerçek kültür çalışmalarını zedelemekten öte bir yarar sağlamamıştır.”
“Ne olursa olsun tanrıya savaş açılmasını isteyen bir anarşist, gerçekte papazlara ve burjuvaziye yardım ediyor demektir (ki anarşistler uygulamada her zaman burjuvaziye yardım ederler).”
Dikkatimi çeken son husus ise devrim öncesi Duma’da grupları bulunan sosyalistlerin söylevlerinde çok cüretkar görünmeleri. Bugünün meclislerinde söylenemeyecek derecede sistem karşıtı, devrimci bir söylemleri var. Tabii bunları daha çok satır aralarından anlıyorsunuz....more
Yazarın okuduğum diğer kitabı “Tasavvuf Meseleleri” tarzında yani soru-cevap şeklinde yazılmış bu kitap da. Yazar bu alanda gerçekten çok bilgili. SatYazarın okuduğum diğer kitabı “Tasavvuf Meseleleri” tarzında yani soru-cevap şeklinde yazılmış bu kitap da. Yazar bu alanda gerçekten çok bilgili. Satır aralarında bazı tarikatleri gerçek müslümanlıktan sapmakla eleştirdiği olsa da olabildiğince objektif olduğunu söyleyebilirim.
Kitapta yalnızca Türkiye’de aktif olan mezhep ve tarikatleri değil, İslam dünyasındaki ilk büyük ayrımdan sonra etkili olmuş belli başlı tarikat ve mezhepleri kısa kısa bulabiliyorsunuz. İlgimi çeken en büyük nokta 10 - 12. yy arasında siyasi otorite tek elde olmamasına rağmen Arap, İran ve Türk coğrafyalarının bilginler ya da din adamları için tek bir İslam dünyası gibi kabul görüyor olması. Horasan’dan Kayseri’ye ordan Medine’ye oradan Kahire’ye gibi çok fazla yolculuk ve yerleşme görüyoruz. Din adamları farklı dillerde eser veriyor. Aynı din adamı hem Arapça hem Türkçe bazen de Farsça eser veriyor. Bu açıdan Avrupa benzeri geniş bir sosyal hareketlilik olduğunu söyleyebilirim. En azından belli bir kesim için.
Bunun yanında asıl büyük ayrımların İslam coğrafyası genişledikçe, İran ve Bizans kültürleriyle karşılaşınca olduğunu, özellikle üzerine kafa yorulmayan bazı felsefi sorulara cevap verilmek zorunda kalınca bu görüş ayrılıklarının ortaya çıktığını not etmek gerekiyor. Yazar şu şekilde belirtiyor: “İlk zamanlarda akla bile gelmeyen sıfatların, zatın aynı, yahut gayrı olduğu, kaza ve kaderle Tanrı adaleti, zaman ve mekan, hılkatin ani, yahut daimi oluşu, Tanrı bilgisinin, bilinene tabi olup olmayışı, cüz’iyyata şamil bulunup bulunmayışı, ihtiyar ve iradenin cüz’i, yahut külli oluşu gibi çeşitli meseleler tartışılmaya başlamış…”
Sonuç olarak kabaca da olsa tarikatleri ve yapılarını anlamak için faydalı bir eser. Memleketin durumunu göz önüne alınca konuyu hiç bilmemek biraz abes kaçıyor doğrusu....more
“Şunu kesinlikle bilmemiz gerektir ki bizim en büyük noksanımız, ileri geçinenlerimizin dünü bilmemeleri, düne bağlı olanlarımızın da bugünün görüşüyl“Şunu kesinlikle bilmemiz gerektir ki bizim en büyük noksanımız, ileri geçinenlerimizin dünü bilmemeleri, düne bağlı olanlarımızın da bugünün görüşüyle dünü eleştirmemeleridir” İşte Türkiye’de bize dayatılan iki kutbun kısa bir tanımı.
Bu sözler önsözde geçiyor ve devamında “Dünü bilmeyen, bugünü anlayamaz, yarını göremez, yarını inşa edemez; hatta dünden gelen hamlelerin nedenlerini bile düşünemez. Hayat akıyor, tarih yürüyor, sebepler sonuçlarını meydana getiriyor, sonuçlar sonuçlara sebep oluyor. Bu akışın kaynağını, bu yürüyüşün seyrini, bu seyrin nedenlerini, bu sonuçların toplum hayatımızdaki etkilerini mutlaka bilmemiz gerek.” deniyor.
Türkiye’yi biraz daha anlamak ve tanımak isteyenler için çok faydalı bir eser. Yazarı da oldukça objektif ve konu hakkında bilgili buldum. Bu alanda bir sürü başka kitapları da varmış. Vakit buldukça göz atacağım.
Adından da anlaşılacağı üzere farklı beş konu üzerinde Eco'nun denemelerinden oluşuyor kitap. "Savaş" ve onun dönüşen doğası, "Faşizm" ve onu besleyenAdından da anlaşılacağı üzere farklı beş konu üzerinde Eco'nun denemelerinden oluşuyor kitap. "Savaş" ve onun dönüşen doğası, "Faşizm" ve onu besleyen yabani dürtüler, Basın ve basının hala geçerli kalabilmesi için yol arayışları, "Öteki" ve laik bir ahlak sisteminin olabilirliği ve son olarak da "Göç" ve onu engellemenin imkansızlığı...
Son iki denemeyi özellikle sevdim. Dördüncü makalede Eco, laik bir ahlak sisteminin olabilirliğini çok naif ve hayranlık uyandıracak bir şekilde açıklıyor:
"On altı yaşında genç bir Katolik’tim, "komünist” (bu terimin korkunç 1950’li yıllarda içerdiği anlamla komünist) olarak bilinen, tanıdık bir büyüğümle bir sözlü tartışmaya girdim. Beni kızdırdığı için, ona şu net soruyu sormuştum: “İnançsız birisi olarak, anlamsız olacak ölümünüze nasıl anlam verebiliyorsunuz?” Sorumu şöyle yanıtladı: “Ölmeden önce, cenaze törenimin kilise dışında yapılmasını isteyerek. Bu yolla, artık var olmadığımda, başkalarına bir örnek bırakmış olacağım.” Sanırım siz de, yaşamın sürekliliğine olan derin inanca, bu yanıta ruh veren mutlak görev duygusuna hayranlık duyacaksınız. Birçok inançsızı, arkadaşlarını ele vermemek için işkence altında ölmeye, birçoklarını da vebalıları iyileştirmek için vebaya yakalanmayı göze almaya iten görev duygusudur bu. Kimi zaman bir filozofu felsefe yapmaya, bir yazarı yazmaya iten yegâne şeydir: Bir biçimde inandığımız ya da bize güzel görünen bir şeye daha sonraki kuşakların da inanmasını veya onların da o şeyi güzel bulmalarını sağlamak için bir şişe içinde bir mesaj bırakmak."
Bir örnek bırakmak, gelecek nesile bir şişe içinde bir mesaj bırakmak. Tüm davranış setimize karan veren yalnızca bunlardır belki de.
Son makale ülkemizi de ilgilendiren göç meseleleri üzerine. Eco, daha 90'larda bugünleri görmüş ve demiş ki "Olayların seyri ani bir değişiklik göstermezse (her şey olasıdır), gelecek binyılda Avrupa’nın New York veya bazı Latin Amerika ülkeleri gibi olmasına kendimizi hazırlamak zorundayız." Bu konuda planlı alınan göçü (Almanya'daki Türkler) bir kenara bırakıp sosyolojik ve demografik hareketler olan diğer tür göçlerin engellenemez olduğundan bahsediyor. Ve yerleşiklere, göç edenlere daha hoş görülü olmalarını öneriyor: "Gelgelelim, en korkunç hoşgörüsüzlük, farklılığın ilk kurbanları olan yoksullarınkidir. Zenginler arasında ırkçılık yoktur. Zenginler olsa olsa ırkçılık öğretilerini üretmişlerdir; oysa yoksullar ırkçılığın çok daha tehlikeli olan uygulamasını üretirler."
Ülkemize doğru yaşanan göçün -adeta bir demografik işgal gibi- planlı yürütülen bir şeymiş gibi algıladığım için önüne geçilebileceğini düşünmüştüm. Eco, bu tarz bir iddiada bulununca bir duraksadım. Keşke bu konuyu daha da açsaymış. ...more
Kitabın tarihi biraz eski. 2003-2004 civarı yazılmış gibi ancak Amerika'nın dünya siyaseti hakkında hala geçerli olan tutumunu güzel örneklerle açıklıKitabın tarihi biraz eski. 2003-2004 civarı yazılmış gibi ancak Amerika'nın dünya siyaseti hakkında hala geçerli olan tutumunu güzel örneklerle açıklıyor. Özellikle Ortadoğu politikası ve İsrail-Filistin anlaşmazlığındaki tutumu aydınlatıcı. Kitapta Türkiye'ye yönelik eleştiriler de var. ...more