Ünlü bilgin Abdülbâki Gölpınarlı, bu kitap için yazdığı "Sunuş"ta şöyle diyor: "Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatler, mezheplerin meydana gelişindeki dini, siyasi, içtimai sebebler, ferdi menfaati körükleyen sömürgen siyasetin, son yüzyıllara kadar kurduğu mezhepler, hatta mezhep altında dinler; hem de uyanlarına "koyun"demekten çekinmeyen, uyanlara, koyunluğu seve seve kabul ettiren dış ve yabancı sömürgelerin koruduğu uydurma dinler. Tasavvufun bünyeleşmesi, tarikatlerin kuruluşu, tarikatler, tarikatler, tarikatler... Bir değil, on değil, yüz değil; tarikatler, tarikatlerin kolları, kolarının kolları. izahlarda ana kaynaklara dayanmak, onları incelemek, eleştirmek, değerlendirmek ve hükümlerde tarafsız kalmak. Gerçekten de bu, çok güç bir işti. Bu güç işi başarmaya uğraştık; sanırım ki başardık da...
Asıl adı Mustafa İzzet Bâkî olan edebiyat tarihçisi ve çevirmendir. Abdulbaki Gölpınarlı'nın ataları Kafkas kökenli Vubh veya Ubıhlardır. Gazeteci olan babası Ahmed Agâh Efendi, Mevlevî idi. Gelenbevî İdâdîsinin son sınıfındayken babasını kaybetti. Tahsiline ara vererek çalışmaya başladı. İstanbul Vezneciler'de kitapçılıkla uğraştı. Çorum'un Alaca ilçesindeki Menbâ-i İrfân İptidâî Mektebinde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. 1922’de İstanbul’a döndü, sınavla son sınıfına girdiği İstanbul Erkek Muallim Mektebi’ni, ardından da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü, Profesör Köprülüzâde Mehmet Fuat Bey'in nezaretinde hazırladığı Melâmilik ve Melâmiler adlı mezuniyet tezi ile bitirdi (1930). Edebiyat öğretmeni olarak Konya, Kayseri, Balıkesir, Kastamonu liseleriyle İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde çalıştı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Farsça okutmanlığı yaptı. Doktorasını verdikten sonra aynı fakültede Metinler Şerhi okuttu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İslam-Türk Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı dersleri verdi. 1945’te Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesine aykırı davrandığı iddiasıyla tutuklandı; 10 ay hapis yattıktan sonra beraat etti ve yeniden görevine döndü. 1949’da kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
Yazarın okuduğum diğer kitabı “Tasavvuf Meseleleri” tarzında yani soru-cevap şeklinde yazılmış bu kitap da. Yazar bu alanda gerçekten çok bilgili. Satır aralarında bazı tarikatleri gerçek müslümanlıktan sapmakla eleştirdiği olsa da olabildiğince objektif olduğunu söyleyebilirim.
Kitapta yalnızca Türkiye’de aktif olan mezhep ve tarikatleri değil, İslam dünyasındaki ilk büyük ayrımdan sonra etkili olmuş belli başlı tarikat ve mezhepleri kısa kısa bulabiliyorsunuz. İlgimi çeken en büyük nokta 10 - 12. yy arasında siyasi otorite tek elde olmamasına rağmen Arap, İran ve Türk coğrafyalarının bilginler ya da din adamları için tek bir İslam dünyası gibi kabul görüyor olması. Horasan’dan Kayseri’ye ordan Medine’ye oradan Kahire’ye gibi çok fazla yolculuk ve yerleşme görüyoruz. Din adamları farklı dillerde eser veriyor. Aynı din adamı hem Arapça hem Türkçe bazen de Farsça eser veriyor. Bu açıdan Avrupa benzeri geniş bir sosyal hareketlilik olduğunu söyleyebilirim. En azından belli bir kesim için.
Bunun yanında asıl büyük ayrımların İslam coğrafyası genişledikçe, İran ve Bizans kültürleriyle karşılaşınca olduğunu, özellikle üzerine kafa yorulmayan bazı felsefi sorulara cevap verilmek zorunda kalınca bu görüş ayrılıklarının ortaya çıktığını not etmek gerekiyor. Yazar şu şekilde belirtiyor: “İlk zamanlarda akla bile gelmeyen sıfatların, zatın aynı, yahut gayrı olduğu, kaza ve kaderle Tanrı adaleti, zaman ve mekan, hılkatin ani, yahut daimi oluşu, Tanrı bilgisinin, bilinene tabi olup olmayışı, cüz’iyyata şamil bulunup bulunmayışı, ihtiyar ve iradenin cüz’i, yahut külli oluşu gibi çeşitli meseleler tartışılmaya başlamış…”
Sonuç olarak kabaca da olsa tarikatleri ve yapılarını anlamak için faydalı bir eser. Memleketin durumunu göz önüne alınca konuyu hiç bilmemek biraz abes kaçıyor doğrusu.