Niyazi Berkes'in ilk kez 1964'te The Development of Secularism in Turkey başlığıyla İngilizce yayımlanan bu başyapıtı, daha sonra dilimize de kazandırılmış, Cumhuriyet'in 50. yılında ve daha sonra, 1978'te iki baskısı yapılmıştır. Berkes'in kitaba sonradan eklediği notlar da göz önüne alınarak eksiksiz bir kaynakça ve dizinle tekrar Türk okuruna sunduğumuz bu önemli çalışmada, Türkiye'nin geleneksel devlet sisteminden laik bir yönetime geçişinin kapsamlı tarihi Berkes'in özgün yaklaşımları ve benzersiz yorumları eşliğinde okunabilir.
Cumhuriyet tarihine damgasını vurmuş 75 kitaptan biri sayılan bu vazgeçilmez kaynak, bu köklü değişim süreci içindeki ekonomik yapıya ve buna bağlı teknik gelişmelere de ışık tutmakta, bunlara koşut olarak gelişen siyasal ve dinsel dönüşümleri de toplumdaki yansımalarıyla birlikte ele almaktadır. Alanındaki en nitelikli tarih incelemesi diyebileceğimiz bu önemli çalışma, okurun Türkiye'nin bugününü belli işaret noktalarından hareketle okumasını sağlayacak, daha sağlıklı değerlendirmeler için bir çıkış noktası oluşturacaktır.
1908’de Kıbrıs’ta doğdu. 1927’de İstanbul Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde felsefe ve sosyoloji öğrenimi gördü. Bu sırada aynı fakültenin Tarih bölümünden de sertifika alan Berkes, bir süre Ankara’da Türk Ocağı Kütüphanesi’nde ve Türk Eğitim Derneği’nin kurduğu deneme lisesinde öğretmenlik ve müdürlük yaptı. 1934’te üniversitenin yeniden yapılanması sırasında Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’nde sosyoloji asistanı oldu. Bir yıl sonra ABD’ye giderek Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde çalıştı. 1939’da Türkiye’ye döndükten sonra Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki sosyoloji doçenti olarak göreve başlayan Berkes, 1945’e kadar burada çalıştı. Aynı yıl tasfiye hareketi sonucunda kürsüsü kaldırıldı. Bunun üzerine gelişen olaylar sonucunda 1952’de yurtdışına gitti. Kanada’da McGill Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde önce misafir profesör olarak görev yapan Berkes, 1956’da aslî profesör oldu. 1958-1959 arasında bu görevinin yanısıra Hindistan’da Aligarh Üniversitesi’nde de ders verdi, Pakistan, Endonezya ve Japonya’yı ziyaret etti. Emekli olduktan sonra İngiltere’ye yerleşen Niyazi Berkes, çalışmalarını burada sürdürdü. 18 Aralık 1988’de İngiltere’de Hythe’da öldü.
In The Development of Secularism in Turkey, Niyazi Berkes bases his argument around the idea that the conflict surrounding secularism in Ottoman Turkey was between tradition and change, not religion and the world. The author’s conceptualization of “secularism”, therefore, is closer to the definition of “rationalization” or “modernization” than “irreligion”. Beginning from the intellectual standpoint that church and state were synonymous and inseparable at the beginning of the 18th century, Berkes’ overarching theme is that the development of secularism in the Ottoman Empire can best be observed and explained as a series of theoretical and pragmatic conflicts between “traditional” and “modern” (often meaning “Western”), where a distinction that formed between religion and politics slowly gained ground at the expense of older interpretations of the state. It is this transformation that the author attempts to chronicle.
Berkes’ story begins with the 1718 Treaty of Passarovitz, after which the Ottoman state decided that it needed to import Western military techniques and technologies in order to survive. Although the intent was to import only those advances related to warfare, military education underwent a secularization that spread to other segments of society, leading to the brief “Tulip Period”. During this era, Ottoman elites adopted cosmetic and cultural elements from the West, but this period ended with secularism’s first conflict, wherein religiously-based reactionary forces were able stymie the emergence of any meaningful societal or philosophical change. The next opportunity for reform came under Selim III, who believed that the empire’s survival was dependent not only on military advances, but civil innovation as well. This necessitated economy recovery, the introduction of modern methods, and the abolition of anything that could not be reformed. In this vein he promulgated a “New Order” and ushered in a period of secularization that was once again halted by reactionary forces, this time in the form of the Janissaries, who dethroned Selim III and replaced him with the more pliant Mustafa IV.
These efforts to reverse the course of reform, however, did not prevail for long. Mustafa IV was replaced, and later killed, by Mahmud II who was, by 1826, in a position to advance further reforms. The subsequent Tanzimat era, begun officially under Mahmud II’s successor Abdulmecid I, engaged in reforms designed to equalize Ottoman citizens before the law, loosen the grip of traditionalism on education, and generally “Westernize” the society and the economy. The reforms experienced only limited success, Berkes’ argues, because they failed to include a program for political reform or increase the involvement of the masses in politics in any meaningful way. Since the Tanzimat rejected Islam, millet rule, Turkish nationalism, and the interests of an economic class as the basis for sovereignty, a movement for constitutional rule soon emerged. By the time of Abdulhamid II’s ascension to the throne, the issue had become one of how to implement the constitution, rather than if it should be implemented at all.
Yet the eventual 1876 constitution was not framed by the people, but granted by the sultan, which meant that his rights were guaranteed and the document’s very existence was bound to his will. Furthermore, it rejected secularism, restrained its legislative organ as a consultative body at best, and was ignored by the West as a sham. Thus Abdulhamid’s reign, while serving as an arena where the sovereign’s pan-Islamism and Westernizing forces conflicted, removed political questions from intellectual life, allowing scholars to focus on cultural issues. During this era, three types of organized opposition movements emerged: secret societies in higher learning, international factional cliques, and army officers, the latter of which eventually included the “Young Turks”, who emerged as the most significant of these organizations.
The Young Turks agenda was one of union (Ottomanism) and progress (social and economic revolution), and was split into liberals (who wanted decentralization and independent millets) and unionists (who favored centralization and subservient millets). Eventually three schools of thought came to the fore, Westernist, Islamist, and Turkist, and Berkes’ next several chapters are spent exploring their ideological differences, their reactions to changes in the political situation, and their programs for progress through the Young Turk revolution of 1908 and the rise of Mustafa Kemal. Kemal took the penultimate steps in separating religious and political institutions by abolishing the sultanate and then, soon after, the caliphate. The end result was the complete secularization of the state, which, Berkes argues, was not a process that opposed religion, but rather confined it to its own (private) sphere. Kemal’s secularism is defined by three legal limitations on religion: no formation of associations based on sect and order, no religious-based parties, and no investment of religious principles into laws.
Obviously there is much more content and nuance in Berkes’ work than a summary review can provide and, while Berkes’ work is excellent in terms of its comprehensiveness, depth, and intelligibility, it does have its issues. Perhaps the most significant of these is the author’s conflation of “Turkey” and the “Ottoman Empire”, which is confusing for the non-specialist and terminologically problematic for the scholar. He also writes from the perspective of modernization theory and often equates modernization and progress with Westernization, which can be problematic. Furthermore, the Arab provinces are either subsumed into his analysis of the empire as a whole or dismissed as inconsequential or unexceptional. Overall, however, The Development of Secularism in Turkey is unmatched in English in breadth and details, with the possible exception of Bernard Lewis’ The Emergence of Modern Turkey, and is an excellent alternative for anyone looking for a history of the empire that is somewhat (although minimally so) less Western-biased. Although far from a light read, it remains accessible to non-specialists and the wealth of information, though potentially overwhelming at times, will no doubt leave one returning again and again to this work as an invaluable reference.
Hiç tereddütsüz Berkes'in "magnum opus"u olduğunu iddia edebileceğimiz bu eser, Osmanlı'nın gerileyiş döneminden Cumhuriyet devrine değin hayata geçirilmeye çalışılmış ve birçok kereler akamete uğramış modernleşme çabalarını olağanüstü bir yetkinlikle ortaya koyuyor. Türk Modernleşmesi hakkında muhakkak okunması ve sindirilmesi gereken çalışmaların başında gelen "Türkiye'de Çağdaşlaşma", özellikle bu sürecin dinamosu olarak Türk Ordusu'nu, tarihteki yerine oturtması bakımından da ayrı bir önem taşıyor. Hemen her alanda Batı'nın birkaç adım -yahut yüzyıl- gerisinde kalmış Doğu'nun bayraktarı Osmanlı'nın, 18. yüzyılda İstanbul'a davet edilen Batılı askeri uzmanlarla başlayan ve tedricen Ordu'nun, çağın taleplerine yanıt verebilecek modern bir hale getirilmesiyle sonuçlanan çabalarının ele alınmasının, iki asrı aşkın süre sonra halen hararetli tartışmalara sahne olan Ordu-Siyaset ilişkilerini değerlendirmede, okura yeni bir perspektif sunduğu da aşikar. Berkes, Darülfünun'a işlerlik kazandırma çabalarının müteaddit kereler sonuca ulaşmamasına karşın, 19. yüzyılın ilk yarısında kurulan çağdaş askeri mekteplerin, Batı'daki muadilleriyle yarışır nitelikte olduğunun da altını çiziyor. Kitabın ilgili bölümünden küçük bir alıntı yapmakta fayda var:
“Harbiye’nin kuruluşu çağdaşlaşma tarihimizin belki en önemli olayı oldu diyebiliriz. Bundan sonraki dönemin belli başlı olayları, bu kurumun eğitiminin sağladığı askerî ve düşünsel etkiler, bu kurumun siyasal gücü elinde tutanlara karşı tutumu, mezunlarının askerî, siyasal ve kültürel hayatta aldıkları yerler göz önünde tutulmadan anlaşılamaz. Kul sisteminin yok oluşu ile eski Osmanlı geleneğinden kopuşun yerine, II. Mahmut’un kurucusu olduğu Yeni Osmanlı Devleti’nin toplumla devlet arasındaki ilk bağlantısını kuran kurum olduğu gibi, bu bağlantının sarsıldığı zamanlarda oynadığı rol ulusal birliğin gelişimine, ileride göreceğimiz aşamalarda da hizmet ettiği gibi sözünü ettiğimiz Osmanlı’ya ve onun sembolü olan padişahlığa bağlılığını da en sonunda bu okulun yetiştirdiği Mustafa Kemâl ile koparmıştır. Harbiye ve Ordu, siyasal olayların inip çıkmalar içinde aldığı rollerle geçen aşamalardan sonra, Türk ulusal birliği ve bağımsızlığı lehine bu bağı koparan ilk kuruluş olmuştur.”
Modern Türk Tarihi üzerine yaptığım okumaların, esasen, Berkes'in bu eserinde bana kazandırdığı perspektif üzerine bina edildiğini söyleyebilirim. Gerek konuya ilgi duyanlara, gerekse konuyla akademik düzeyde uğraşanlara bu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum.
Son (üçüncü) kesimde Berkes’in Mustafa Kemal hayranlığı çok ön plana çıkıyor. Zaten sınırlı olan tarafsızlık tamamen bir kenara bırakılıyor. “Cahil”, “safsata” gibi kelimeler söylemi ele geçiriyor (bahsedilen insanlar hakikaten cahil, yaptıkları da hakikaten safsata olabilir, o ayrı). O dönemdeki cumhuriyet ve saltanat haricindeki diğer rejim çabalarına ise hiç değinilmiyor. Bence o kısma kadar (bunu söylemek haddime bile değil) dönemin müthiş bir özeti.
Türkiyenin çağdaşlaşma serüvenini ele alan kapsamlı bir eser. Tanzimat, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde yapılan yeniliklerin neler olduğu, modernleşmeye karşı takınılan tavırların nasıl olduğu konularını ele alıyor. Bu süreci derli toplu bir şekilde okumak için çok önemli bir eser. Fakat tüm bunlara rağmen sunulan bilgilerle yazarın öznel düşünceleri tamamen iç içe geçmiş durumda. Hem olayları değerlendirme tarzında hem de kurduğu cümlelerde kişisel düşünceleri çok fazla ön planda. Yazarın yorumlamaları batıcılık = ilericilik şeklinde. Yaşanan tüm olayları da bu yönden değerlendiriyor. Osmanlıya ve osmanlının benimsediği tüm düşüncelere karşı tavırlarında küçümseyici üslubu çok rahatsız edici. Bununla beraber dine karşı da aynı üslup söz konusu. Bu kadar taraflı yazıldığı için ele aldığı konuları başka yerlerden de okuyup teyit etme ihtiyacı hissediliyor.
70 li yıllarda yazılmış muhteşem bir eser. Osmanlıda çağdaşlaşma çabalarını ve Cumhuriyetin devrimlerini ele alıyor. III Selim ile başlayan çağdaşlaşma arzusu ve çabalarının hangi düşünsel savunma ve eleştirilere hangi siyasal hamlelerle karşılaştığını anlatmış. Konu daha çok siyasal ve düşünsel alanda değerlendirilmiş. Ekonomik koşullardaki olumsuz gidişat ve bunun etkileri, nedenleri ile fazlaca ilgilenilmemiş. Kanımca benim yaptığım gibi İsmail Cem’in “Türkiyede Geri Kalmışlığın Tarihi” ile peşpeşe okunması çok daha faydalı olur. Zira diğeri ekonomik açıdan değerlendiriyordu. Kitapların isimlerine bakarak birbirlerine karşı tezleri savunuyorlar sanılmasın. Aslında paralellik içeriyorlar. Hemen hemen aynı dönemdeki devlet idaresi ve siyasal gelişmlerin farklı sebep ve sonuçları farklı pencerelere bakılarak incelenmiş oluyor. Bu açıdan birbirlerini tamamlıyorlar bence.
Niyazi Berkes'in bu baş yapıtı Türk toplumunun çağdaşlaşma serüvenini Osmanlı döneminden alıyor ve Atatürk devrimlerine kadar getiriyor.
Kitap inanılmaz zengin kaynakçası ve samimi diliyle öne çıkıyor. Bazı çok özel bilgiler de satır aralarına ve her bölümün sonundaki notlara sıkıştırılmış, mutlaka bakın derim.
İkinci Mahmut ve Üçüncü Selim dönemlerinde girişilen ve tepkiyle karşılanan ilk reform hareketleri, yabancı devletlerin bu hareketleri yakından takip etmeleri, Osmanlı içindeki casusluk ağları, ordudaki modernleşmeye ayrılan geniş ve ayrıntılı bölüm aklımda kalan etkileyici bölümlerden.
Konu üzerine yazılmış en kapsamlı eserlerden olduğu su götürmez.
İlk olarak 1964’te İngilizce olarak yayımlanan Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabı Cumhuriyet’in 50. Yılında Türkçe’ye çevrilmiştir. Kitapta 18 yüzyılın başından Cumhuriyet dönemine kadar yaşanan çağdaşlaşma süreci anlatıyor. Niyazi Berkes önsözde kitabın amacını şöyle tanımlıyor; “ Bu yapıtın başta gelen amacı, sözü edilen yüzyıllar içinde geçen iç ve dış olayların nasıl zorunlu olarak bir ulus birimine dayalı Cumhuriyet rejiminin gelmesi doğrultusunda aktığını göstermektir.”
Bugünü, bugün neden bunların yaşandığını, bugünün iktidarının siyasal gücünün temellerini anlamak için muhteşem bir eser, bir baş yapıt. Osmanlı döneminde fark edilen geri kalmışlık sorununu çözmeye çalışanların varolan düzenin devamı için mücadele edenlere daima yenilmesinin nedenleri ayrıntılarla ve yer yer müthiş örneklerle verilmiş. Bu mücadele esnasında nasıl olupta ileriyi hedeflerken geri gidildiğini anlıyoruz.
gayet başarılı ve uzun çalışmalar sonucu kaleme alınan kitap. bunu kitabın her sayfasında hissettim neredeyse. kitabı bitirince doyurucu olmasının yanında sizi konuya çektiği için farklı kitapları okumaya da itiyor. bu açıdan da gayet başarılı.
Üslubu yalın, teorileri net harikulade bi eser. Özellikle Namık Kemal, 2.Abdulhamit ve Mithat Paşa etrafında dönen 1876 Kanuni Esasi tartışmalarında çok eğlendim.
Klasik. Berkes'in sıkı bir kemalist olması yoğun işçilik içeren bu metnin içerisine sızmıyor. (Bence) meseleleri olduğu gibi ele almak konusunda da çok başarılı.
Türk modernleşmesi kavramı hakkında kafa yoracak herkesin mutlaka okuması gereken bu kitap, gerek son dönem Osmanlı tarihi, gerekse erken dönem Cumhuriyet tarihi ile ilgili "doğru bilinen yanlışlar"a dikkat çekiyor.
Dinselleşme ve çağdaşlaşmanın eş zamanlı ilerlediği savından yola çıkan Berkes, çağdaşlaşma hamlelerine verilen tepkilerin neredeyse hepsinin dinsel temelli olduğunu gösteriyor.
"Değer ölçüleri olmayan hiçbir toplum yoktur. ancak bazı değerler zamanın gereklerine göre değişeceğine, zamanla katılaşma, kireçleşme eğilimi gösterirler. bu bize üç şey anlatır: toplumun bireylerini birbirlerine kenetleyen çok güçlü bir birlik vardır; kişiler değişmez kurallara uyarak yaşamayı çok rahat ve kolay bulurlar; yaşamları, yalanan kişilerin damarlarının sertleşmesi gibi katılaşmıştır. ...
Bir toplumda en yüksek sayılan değerler, özellikle böyle zamanlarda, dinsel değerler kılığına girmeye de eğilimlidirler. din geleneğin en son sığınağı, en son savunma kalesidir. ...
Bu söylediğimiz eğilimden ötürüdür ki, bir toplumda değişme zorunlulukları ortaya çıkınca, bilerek bilmeyerek ya da isteyerek istemeyerek çağdaşlaşmaya doğru bir yönelim başlayınca, o zamana dek açıkça din şemsiyesinin altına girmemiş birçok kişiler değişme yağmuru karşısında bu şemsiyenin altında toplanmaya başlar. ... Demek ki çağdaşlaşma ile dinselleşme birbiriyle aşağı yukarı çağdaştırlar. Dinselleşme, çağdaşlaşmaya karşı kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi bir korunma çabasıdır"
Gerek toplumsal yapı üzerine çalışmalar yürüten araştırmaların, gerekse günümüzde yaşanan olayları daha iyi anlayabilmek isteyen okuyucuların titizlikle okuması gereken bir eser.
Türkiye'nin modernleşme serüvenini din devlet ilişkisi üzerinden inceleyen, Türkiye'nin kronik sorunlarının kökenlerini daha iyi anlamamızı sağlayan iyi bir kaynak eser. Fakat 1970lerin siyasal tartışma konularının (kapitalizm ve eleştirisi) kitaba yön verdiğini bu nedenle biraz güncelliğini yitirdiğini de kabul etmek gerekiyor.